8 Mayıs 2010 Cumartesi

Spor İletişimi Dergisi, Sayı 1


Kadir Has Üniversite'nde Bağış Erten'in koordinatörlüğünde devam eden Spor İletişimi Sertifika Programı var. Spor basınından birçok değerli hocanın katıldığı bu programdaki arkadaşlarla ortaya online bir dergi çıkarmaya karar verdik. Bir süredir de bunun üstünde çalışıyorduk. Dün gece sabahlayıp dergiyi hazır hale getirdik. Başta derginin editörlüğünü üstlenen Atigol olmak üzere emeği geçen her arkadaşa teşekkürler.

İlk deneme olduğundan tasarım açısından pek çekici gelmeyebilir ilk bakışta fakat içerik olarak gerçekten kaliteli bir iş olduğunu söylemeliyim. Dergide;

*Avrupa Kupaları Yarı Final değerlendirmeleri
*Cüneyt Çakır, Johan Neeskens, Emmanuel Emenike, İskender Alın portreleri
*"Unutulmaz "10" Final Haftası" özel dosyası ve 'Futbol Özel' köşesi
*NBA play-off 1.turu, Euro Lig Dörtlü Final ve TBBL final değerlendirmeleri
*Motor Sporları, Bisiklet, Tenis, Voleybol ve Buz Hokeyi özel yazıları
ve ismini vermeyen bir stad güvenliğiyle özel bir röportaj bulunuyor.

Benim de dergide İskender Alın'la ilgili bir yazım bulunuyor. Umarım beğenirsiniz.

View more documents from Ugur.

7 Mayıs 2010 Cuma

Torino'da bir gece



 Link

İtalya 1990 Dünya kupasının İngilizlerin gözünden anlatıldığı bir belgesel. 11 Mayıs'ta İngiltere'de gösterime girecek Burada gösterime girmez büyük ihtimal fakat bir şekilde izleme şansımız olabilir ilerleyen günlerde. Anlatıcı Gary Oldman bu arada onu belirtmeden olmaz.

Saygılar.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Tottenham'a ŞL Hayırlı Olsun



Maçtan sonra Harry Redknapp, "Şampiyonlar Ligi derecesini korumak, FA Cup'ı kazanmaktan daha önemli" demiş.

Liverpool'un kötü performansından sonra, bir takımlık yer açılmaya başlamıştı Şampiyon Ligi için. Bunu Premier Lig'de en son Everton başarmıştı, 2004-2005 sezonunda.

Tottenham bu ulvi amaçları için geçtiğimiz ay, Chelsea ve Arsenal gibi devleri devirdi. İngiltere'de bir takım takım 4 büyük abiye ortak olacaksa, gönlümden geçen 2 takım vardı hep bunun için. Birisi bu sezon yeniden geri dönen Newcastle diğeri ise Tottenham. Özellikle Man City, sezon başında önce Dunne ile sonra da Hughes ile yollarını ayırdıktan sonra içten içe hep dua ediyordum, sezonu istedikleri gibi bitirememelerine dair. Dileklerim kabul oldu.

Avrupa'da hiç bir takıma gereğinden fazla bağlılık duymadığım için, Galatasaray'ın yaşadığı kayıp sezonda böyle ufak şeylerle mutlu olmaya çalışıyorum.

Bir Türkiye Kupası Daha Görememenin...

...verdiği duygusuzlukla, dün maçı izledikten sonra iş yerimden çıktım. Maçı iş yerinde internet üzerinden gayet net izledim. Bu maçta genel olarak Fener'deki tüm yanlışları görebilmiş olduk. Bu seneki Fener'in kötü bir özeti bu.

Neden kötü bir özeti? Fener'de, tamam Selçuk bu sene iyi, Emre'yi tamamlayacak yıpratıcı bir ortasaha yok. Kanatlar birkaç senedir yok. Forvet Van Hoojidonk'tan beri yok. Fakat tüm bunlara rağmen Daum'un 3 puan odaklı oyunu ve saha içinde yeteneği az olan oyuncuların üst düzey mücadelesi takımı buralara getirdi. Sağlam bir defans hattı da tabii ki buralara gelmenin en önemli sebeplerinden.

Fakat bu maçta hem dişli bir Trabzon hem de korkak ve nereye konsantre olacağını şaşırmış futbolcular vardı sahada. Haftaiçi bir final daha var. Bütün takımlar haklı olarak Anadolu'dan bir şampiyon bekliyor. Her gün biri açıklama yapıyor. Bence bu sebeplerden takım korkarak kendi mücadelesini sahaya yansıtmadı. Ya sakatlanırsam, ya kart görürsem diye hiçbir şey oynamadı takım. Haftasonu oyunu 90 dakika forse eden takıma bakın bir de dünkü takıma. Bir de Trabzon kupayı isteyince bahsettiğim kötü özet ortaya çıktı.

Şimdi Fener hangisini tercih edecek? Korkudan Emre'yi oyundan aldıran manteliteyi mi yoksa 90 dakika saldıran bir takımı mı? Her şeyden önce takımın kupa uğursuzluğunu üstünden atması lazım. Bunu yönetim ve Daum yapmalı. Takım kaldığı yerden devam etmeli. Çünkü en az Trabzon kadar saldıran bir takım bulacaklar karşılarında. Kafayı takmasınlar kupaya. Artık taraftar da takmıyor. Çünkü kupayı alınca nasıl bir duygu içine girileceğini kimse bilmiyor. Kaybedince de üzülemiyor. Galatasaray nasıl Fener'i yenemiyorsa Fener de kupayı alamıyor. Futbol bu tekrarlar sayesinde güzel. Yoksa takım taraftarları birbirlerine takılmak için bir sebep bulamazlar. Bir galibiyete mana veren de bu değil mi? Ertesi günkü takılmalar ve geyikler...

Ne diyordum? Evet, kafayı takmasınlar. Şampiyon olsunlar canımı yesinler. Bu transfer yanlışları, kanatsızlık ve forvetsizlikle pek de haketmiyoruz ama göreceğiz. Bakalım son iki hafta hangi Fener'i izleyeceğiz?

Not: Tüm Trabzonsporlu kardeşlerimi tebrik ederim. Çok iyi oynayarak aldılar kupayı. Haydi artık, seneye şampiyonluğa oynama zamanı!

Marquinhos


5 Mayıs 2010 Çarşamba

Kupa Trabzon'un

Mekanda Türkiye Kupası'nı görmüş bir Fenerli yoktu. Yerimiz en önde idi. Bir Atilla vardı kupayı gören, ona da doğumdan beş dakika sonra ebesi göstermiş. Durum o kadar garipti yani. Ben çocuklar ortama ısınsın diye bizim müzedeki kupaları anlattım onlara. Şaka bir yana maç hızlı başladı. Umut Bulut akıl almaz bir gol kaçırdı. Halbuki bütün yürekler ağızlara gelmişti. Umut'un alışılmış hareketinden sonra ilk yarı daha sakin bir tempoda geçti. Fenerbahçe ilk yarıda kaleye şut çekemedi. Vederson'un bir iki ortası dışında fazla bir organizasyonu yoktu forvette. Burada bence kilit isim Engin.

Engin, hepimizin bildiği gibi çok yetenekli ama yetenekli olduğu kadar da sorunlu bir futbolcu. Geri gelmez, pas vermez, yeri gelir saha içinde arkadaşına bağırır, bu liste uzar gider. Ama bugün o şımarık Engin yerine takımı için oynayan, kendi yarı sahasının ortalarına kadar gelip top çalan bir oyuncu vardı. Genelde bu işi Selçuk ve Colman ikilisi yapar ve üzerlerine aşırı yük binerdi. Engin de bu sorumluluğu paylaşınca ilk yarı için işler iyi gitti.

İkinci yarıda Fenerbahçe biraz daha ilerde oynamaya çalışıyordu. Gene fazla organize değillerdi oyunun hücum yönünde, ama en azından orta alandaki Trabzonspor etkinliğini yavaşlatabilmişlerdi. Derken sahneye ülkemize Tanrı'nın bir hediyesi olan Alex çıktı. Koyu bir Galatasaray taraftarıyım ama Alex'i izlemeye doyamıyorum. Usta işi bir gol attı. Asıl tuhaflık bundan sonra başladı.

Daum hepimizin bildiği üzere, takım öne geçtikten sonra, el frenine asılıp hız keser. Golden önce yanına Devid'i çağırmasını ben anlayamadım önce. Sonra Emre'nin kartını fark ettim. Eğer illa ki birisi oyuna girecekse ve bu değişikliği yapan isim Daum ise bence orta sahaya defansif anlamda katkı yapacak birisi girerdi. Ama bu değişiklik kupaya mal oldu.

Daum'un hatası bununla kalsa iyi. Kendisi ülkemizde çift forvet ya da Alex'i de sayalım 3 forvet oynamamın yasak olduğunu zannediyor sanırım. Maç 2 1 olduktan sonra takımın saha içindeki etkisizliğine seyirci kaldı. 87. dakikada ise Gökhan'ı aldı oyuna. İşte bu işlevsiz değişiklik Daum'u sorgulamamız gereken nokta.

Trabzonspor'da ise Cale dışında kötü oynayan kimse yoktu. Aslında Cale de kötü oynamadı ama iyi de oynamadı. Kendisi her maç 10 üzerinden 5.5 alıyor bende. Ne akıyor ne kokuyor. Alanzinho ve Engin ise özel alkışı hak ediyorlar bence. Kupa Trabzonspor'a hayırlı olsun. Böyle bir motivasyona ve mutluluğa ihtiyaçları vardı. Ama umarım seneye 3 kupa hedefi ile yola çıkmazlar. Sakin ve sabırlı olurlarsa Şenol Güneş ile güzel günler görecekler. Unutmasınlar ki bu takımdan bir şey yapıp Şenol Güneş'i kovarlarsa bir daha iflah olmazlar.

Gelelim bu mağlubiyetin Fenerbahçe üzerindeki etkisine. Bu maç ya son 2 final öncesi ufak bir uyarı olacak, yahut sonun başlangıcı. Ben Galatasaraylı olduğum için değil, Bursaspor'un doğru işler yaptığına inandığım için, Bursa'nın şampiyon olmasını istiyorum. Daum, 3 puanı almayı bilen bir teknik direktör ama onun günü birlik çözümlerini sevmiyorum. Bakalım neler olcak ve şampiyonluk kupası kimin olacak?

Maradona

4 Mayıs 2010 Salı

Yeter be Başkan

"Hakem hataları sürekli bir takım lehine, diğer takımların aleyhine oluyorsa kafalarda soru işaretleri oluşuyor. Rakip takımlarla oynanan müsabakalarda futbolcuların, kalecilerin performanslarına bakıyoruz, orada rahatsızlıklarımız var. Arzu ettiğimiz gerçek anlamda pırıl pırıl, tertemiz bir lig olduğunu söyleyemiyorum.''

Bu yukarıdaki cümle Galatasaray Başkanı Adnan Polat'a ait. Peki kimdir Adnan Polat?

3 senezonda 5 değişik teknik direktör ile çalışan,

Yancısı Adnan Sezgin ile takımı şampiyon yapıp kendisini mutlu hisseden,

Büyük Kaptan Bülent Korkmaz'ı gözünü kırpmadan harcayan,

Skibbe'nin arkasında duramayan,

Yeniden seçim kazanmak için transfer yapan,

Tribünün Arda'ya bağıracağını bile bile buna göz yuman bir Galatasaray Başkanı'dır Adnan Polat.


Ben sıkıldım artık,

Avrupa'ya erken vedalardan,

Her sene yenilenen takımdan,

Değişen hocalardan,

Adnan Sezgin'in göt suratını görmekten,

Vefasızlıktan.

Geçen sezon sonu bir ara günah çıkartır gibi yaptı sayın başkan, Frank Rijkaard'ı getirdi. Ama kendi zihniyetinde değişen hiçbir şey yok. Kendisine tavsiyem, Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören ile birlikte hakem hatalarından oluşan bir film hazırlasınlar. Rüya Sineması yıkılmadan "İki Film Birden" diye gösterirler herkese.


Maradona

2 Mayıs 2010 Pazar

Futbol Dolu Bir Hafta Sonu(!)


2 buçuk haftadır sınavlar, ödevler derken sıkıcı günleri geride bıraktım. Bunun üzerine bir de haftasonu kursun olmaması denk geldi. Planlarımı yaptım ve çılgınlar gibi maç izledim demek isterdim. Ama inanın Cumartesi akşamı oynanan Barcelona Villareal maçının 10 dakikası ve Lig Tv'nin internet sitesindeki gol özetleri dışında hiçbir şey izlemedim.

Genelde Cuma’dan Pazar’a hatta bazen Pazartesi’ye kadar canlı verilen bütün maçları takip etmiş olurdum. Ama bu sefer bir değişiklik yaptım. Bu değişikliği yapmamın sebebi ise NTV Spor’un Cuma gecesi yaptığı yayın oldu. Sergen, Rıdvan, Mustafa Doğan, Demirkol ve Güntekin Onay hafta sonu oynanacak maçları yorumluyorlardı. Canlı görüntülü bağlantı ile, Ertuğrul Sağlam, Tolunay Kafkas, Rıza Çalımbay ve Abdullah Avcı ise programa konuk oldular. Kural kitabında lig maçlarının 90 dakika oynandığı yazılıyor. Ama ülkemizde maçlar en az 1 gün süre ile oynanıyor. İşte bu durum beni maç izlemekten alıkoydu. Biraz daha anlatmaya çalışayim.

Bugüne kadar bir futboldan yahut Galatasaray’dan daha fazla sevdiğim bir kız arkadaşım olmadı. Ama ülkemizde bu yapılan BBG evi gibi olmaya başladı. Bu sevdiğimiz oyunu artık izlemiyor, röntgenliyoruz bence. Hepimiz teknik direktör, hepimiz hakem oluyoruz. Ahlak sınırlarını aşan komplo teorilerine maruz kalıyoruz. Ve hepsinden kötüsü futbolu özleyemiyoruz. Sanki sevgilimizle haftada 6 gün görüşüp, her gün 10 saat telefonda konuşuyor gibiyiz. Bir kadına gidip, “Ben bunaldım biraz ara verelim” demek dünyanın en şuursuz lafıdır sanırım. Ama ben bu hafta sonu bunu dedim. Güzelim futbol, sana ara verdim. Maçların skorlarını Marquinhos’ tan öğrendim. Golleri internetten izledim, ama Cuma gecesi saat 22:00’dan beri ne bir futbol programı izledim, ne bir satır spor sayfası okudum. Hatta yazmam gereken iki tane yazıyı bile erteledim. (Atilla okuyorsan haberin olsun)

Bilmediğim bir spor olan snooker’a sardım. Eurosport karşısında saatlerim geçti. Oyunu ve oyunun geçmişini çok çok az bilen birisi olarak kendimce adamlar tuttum. Birilerine gıcık oldum. Hatta üstüme vazifeymiş gibi tweetledim durdum.

Sezonun bitimine 2 hafta var. Bu ara çok iyi geldi. Kafayı temizledim. Belki son 3 aydır çok fazla hapsettim kendimi bu işlere. Öyle olması gerekiyordu ve hala gerekiyor. Ama yarından itibaren okuduğum yazar sayısını, izlediğim Tv programlarını en aza indireceğim. Ve önümüzdeki hafta sonuna kadar büyük üstadın söylediği gibi, “Güzel futbol izlemeyi bekleyen bir futbol dilencisi” olacağım.

Maradona

Ankaragücü ve Ligin Kaderi

Fener bu haftayı da lider kapattı. Bu hafta çok fazla taktiksel bir şey yazasım yok.

Fener bu hafta ligin en güzel oyunlarından birini oynadı. Kombine ataklar ve Alex izlenmeğe değerdi. Bu takım forvetsiz bu ligin lideriyse bunu Baros'un sakatlığına ya da Sercan'ın daha yükseldiğini görmediğim formuna borçlu. Fener gün geçtikçe kanatları daha çok kullanıyor. Bu da beni sevindiriyor. Selçuk inanılmaz bir özgüvenle oynuyor. Topu direk ileriye taşıyor. Yani takımdan memnunum forvetsizliğimizi saymazsak.

Asıl kafamdaki konu ise Ankaragücü. 7'den 70'e Feneli olmayan herkes Ankaragücü'nden bir iyilik istiyor haftaya. Peki Ankara nasıl bir iyilik peşinde?

Yıllardır ona buna iyilik yapan ve zaman zaman iyiliğin dozunu 8'e çıkaran bir takım haftaya ne yapacak?

Hemen aklıma Ankaragücü'nün yüz üstü yattığı o ünlü maç geliyor. Ama Fener'in averaja değil, galibiyete ihtiyacı var. Bursa Ankara'dan kardeşlik bekliyor. Umarım bu kardeşlik Denizli faciasına dönmez. Çünkü ülkemizde sahada silah da patlasa, sahaya adam da düşse, sahaya 15 dakikada bir konfeti de yağdırılsa ya da sahaya sağanak yağmur da yağdırılsa o maç ertelenemiyor.

Şimdi ben Bursa dostu bir taraftar grubunun lideri olsam hemen Denizli maçının bandını izlerim ve oradaki konfetiği taktiğini alıp bunu Ankara'da uygularım. Gayet işe yarıyor. Fener şampiyon olamayabiliyor.

Bir ihtimal daha var tabii. Ankara çıkar muhteşem bir mücadele verir ve haklı bir galibiyet alır ve kardeşine gayet legal bir şekilde yardım eder. O zaman da futbol kazanır ve Fener bir kez daha ucundan şampiyonluğu bırakır.

Bakalım Fener bu hafta olduğu gibi kendi oyununu rakibine kabul ettirip sahadan galip ayrılabilecek mi? Ya da Ankaragücü Bursa'ya futbolu ile destek verebilecek mi? Bütün cevapları haftaya alacağız. Umarım konfetisiz bir maç olur. Herkese iyi Pazarlar.

Not: Zamanında Fener de Ankaragücü'nün Galatasaray'ı son haftalarda yenmesiyle şampiyon olmuştu. Arada bir ligin kaderini etkilemek ilginç olmalı.

Marquinhos


Çaylak sezonunda Marion



... Az kalsın kendi potasına smaç basarken.