12 Mart 2010 Cuma

Atma Ziya

Ne zamandır böyle bir bölüm yapmak istiyorduk. İsim bulamama derdini bahane edip, erteliyorduk. Dün Sergen Yalçın'ın Elano için yaptığı yorumları dinlerken, "Atma Ziya" dedim bir anda. Amacımız kimseyle uğraşıp prim yapmak değil. Ama futbol mizzahı zaten hiç yapılmıyor bu memlekette. Biraz gülelim eğlenelim istiyoruz. Yorumlarda aşırıya kaçıp desteksiz sallayanlara buradan "Atma Ziya" diyeceğiz. Hadi Hayırlısı

1. seneyi bitirmiş olmamız lazım

















Teşekkürler İlker Yasin. Korner Olması Lazım 1 yaşında!


Marquinhos

Bu Çocukların Korner Olmasi Lazım (1. Yaşımız Kutlu Olsun)

1 sene olmuş Marquinhos blogumuzu açalı. Uzun süre iki kişi yazdık. Kendi aramızda nasıl konuşuyorsak, nasıl gülüyorsak olana bitene, onu yazdık. Tamam aradan küfürleri çıkardık doğal olarak, ama leş fanatik olmadan eğlendik sürekli olarak. İki uzatmalı öğrenciyiz, stajlar girdi hayatımıza, zaman zaman çok yoğun olduk. Birimizin yazamadığı maça bir diğeri yetişti. Sonra bu iki kişi yavaş yavaş çoğaldı. Şimdi Trakedi, Ferit ve Bursalı Hasan ile daha kalabalık olduk. Arada bir iki yazısıyla katkı yapanlar da oldu.

Ama daha önemlisi hiç tanışmamış olmamıza rağmen, mail, twitter gibi araçlar ile konuştuğumuz, zaman zaman blogun tanınırlığını arttırmak için yardım istediğimiz abilerimiz, arkadaşlarımız oldu.

Bu iki kafadara yazılarıyla ortak olan 3'lüye başta olmak üzere, bu bir sene içinde blogumuza gelen, yazımızı okuyan, bizi blog listesine ekleyen herkese çok teşekkürler.


Maradona

10 Mart 2010 Çarşamba

Kasımpaşa - Bursaspor

İlk cümlemde belirtmekte fayda var, bu yazı saha içindeki futbolu içermeyecektir. Yani netice değil, haticenin yazısıdır. O yüzden istemeyenler devam etmesin :)

Eğer ki, Galatasaray - Fenerbahçe derbisinde olay çıkarsa, ben Kasımpaşasporlu olurum. Tabii tek şartım var o da Yılmaz Vural. Yok büyük takımlara şöyle oynuyor, küçük takımlara olmuyor gibi klişelerin ötesinde, yokluklarla dolu bir takım ile güzel futbol oynatıyor takımına. Futbol ulemamız görmüyor heralde, takımın ikinci bir sol beki, ikinci bir defansif orta sahası yok. İlk 11 oyuncuları artı 5 oyuncu ile devam ediyorlar. 5 oyuncudan bir tanesinin Ali Güneş olduğunu da belirtmek gerek.

Diğer tarafta ise Bursapor. Herkes Volkan'ı , Sercan'ı konuşuyor, şimdi şimdi Ozan İpek gündemde, ama onların asıl mevkisi sol bek olan bir futbolcuları yok. Alıştı artık Mustafa Keçeli sol beke. Defansları ise herkesin burun kıvırdığı oyunculardan oluşuyor. Ali Tandoğan, ve Ömer gibi, hatta son haftaların yedek ismi Zapo. Bunların tam önünde inatla 5 metreden ilerisine pas atamayan bir adam, Hüseyin Çimşir. 17 numaralı forması ve kısacık boyuyla bir çocuk geziniyor sahada diyorsunuz, kendisi boyundan büyük adam Batalla. Topa dokunuşu ile renk veriyor futbola. Ergic ise yaşadığı hayatın bütün zorluğunu futbol oynayarak unutuyor sanki. Koştukça o saha üzerinde, dertlerinden uzaklaşıyor. Oyunu okuyor, hiç hissettirmeden yönlendiriyor. Turgay ise, sezonun en beklenmedik performansını ortaya koyuyor. Ne garip, bizim Bursalı Hasan, sezonun ilk başlarında ne kadar çok salladı Turgay'a. :)

İki takımın başında ise, iki farklı kuşağın temsilcisi. İddia ediyorum Süper Lig'de hiç bir teknik adam, sahaya çıkarken Yılmaz Vural kadar alkışlanmıyor. Onun, kulübesine doğru yürürken yaptığı el hareketi ile tribünü çoşturması başka birisinin saatlerce konuşarak , kendini ifade etmeye çalışmasıyla eş değer. İkinci yarı maça çıkarken önüne atkı atıldı. Önce bir şaşırdı, sonra paketinden çıkartıp eline aldı. Diğer yanda ise Ertuğrul Sağlam. Yeniden bir devrim yapacak sanki. Ama o sakin surat ifadesinin altında, sert bir adam var zaman zaman. Sercan başta olmak üzere, yaptıkları tüm hatalarda hocalarına dönüp, bir şekilde özür diliyorlar. Arada kendinden geçip hakeme de sallıyor, sonra girip kulübesine oturuyor. Bir de onun yol arkadaşı Mutlu var. Maç boyu bekledim taç atar mı diye, atmadı.

Stat ise bambaşka bir alem. Bir kere yarım. Yarımlığı yetmiyormuş gibi, 2 blok sürekli boş. Sanırım şuursuz bir güvenlik önlemi var. Bugün ise cıvıl cıvıldı. Daha önce bu kadar kalabalık gelen bir deplasman taraftarı en son Sivas maçında vardı. Ama Sivas taraftarı futbolu ve taraftarlığı bilmediğinden kabak tadı vermişlerdi. Bursa'nın çoşkulu taraftarları ise renk kattılar bugün. Hep birlikte tezahüratlar yapıldı. Keşke hep böyle olsa Bursa taraftarı. Ama yeni aldıkları kararı uygulama yönünde olumlu bir ilk adımdı bugün.

Son olarak İsmail Odabaşı hakkında bir iki cümle söylemek lazım. Ben hep Sercan'dan sonra Muhammed Demir gelir diyordum. Demek ki İsmail gözden kaçmış. Kendisi 91'li , ama sahada bugün 20 dakika kaldı ve sanki yıllardır oynuyormuş gibi rahattı. Ayrıca ciddi bir şampiyonluk yürüyüşündeki takımın hocası olan Ertuğrul Sağlam, gençlere şans vererek ayrı bir alkışı hak ediyor.

Hava soğuk, maç fena değildi. Ama tribünler, çay tadı olmayan çay ve çekirdekçi ile buluşmamız günü güzelleştirdi. Sevgiler Saygılar.

Maradona

9 Mart 2010 Salı

Koç Değil de Beyaz Oyuncu Daha İyi


Takılmak güzeldir





Link


Aynısı benim de başıma geldi bir kaç kez :) (Bir kaç kez kısmına dikkat)

Hiddink'e bile mi?

Twitter'da "Hiddink oldu iyi oldu es kaza başka birisi gelseydi bizimkiler hemen sidik yarışına girişecekti" yazdım. Fakat yanılmıştım. Daha adam ülkeye gelmeden başlamıştı bizim süper spor üstü açık gazeteciler.

Guus Hiddink'in kariyerini sorguluyorlardı. Chelsea'ye gitmesine bile bir kulp bulmuşlardı "Abramovich istedi de Chelsea'nin başına geçmişti" . Neyse daha şimdilik Türkiye tvlerini izlemiyordur Hiddink. Hiddink ile sidik yarışına girmeye başlamışlardır. Rusya ile yaptıklarına bir bahane, Kore ile yaptıklarına bir bahane...

Rusya ile Avrupa Kupası'nda bir yerlere gelince başarı sayılmazken bizim o kupada aynı yerde olmamız unutuluyordu. Kore ile 3.lük maçı yaptığımız unutuluyordu. Belki hatırlanmak istenmiyordu. Bir çok kulüp takımı ile başarılar... Hadi bana inamıyorsanız wiki maddesini vereyim oradan okuyun. Keşke wiki maddesini vermeseydim de öz holigan spor gazetesinin linkini verseydim. Orada daha tarafsız(!) bilgiye ulaşabilirdiniz.

Fildişi Sahili'ni çalıştırması için bir bahane bulunmaya çalışıldı. Fildişi'ni çalıştırması bence ileride rakiplerimiz olması muhtemel takımları yerinde görebilmesi için önemli bir avantaj. Fakat insanların takıldıkları şey Dünya Kupası'ndan geç dönme ihtimali. O iş biraz benim de kafamı yoruyor açıkçası. Fildişi'nin kupada çok fazla ilerleyemeyeceğini düşünsem de (Brezilya Portekiz ve Kuzey Kore'nin grubunda bulunuyor). Kupanın sonunda buraya geldiğini düşünürsek eğer Avrupa Kupası eleme maçlarından tam 1 ay önce burada olacak.

1 ay yeter mi? 1 ay maçlara çıkmak için yeterli bir süre.(Oğuz Çetin bu işi kıvırır ilk etapta) Sorun yok burada fakat herkesin beklediği Türk futboluna yeni yön verme işi için çok uzun süre var. Bu yaz bile gelmiş olsaydı o beklediğimiz, aradığımız yeni yönü bulmamız epey uzun bir süre alacak.

Hiddink bence gelebilecek en doğru isimlerden. Kariyer ortada, her şey ortada insanlar bu seçime saygı duymam bile demiş olsalar da. Bu konu hakkında en iyi sözü Tolunay Kafkas söyledi "Teknik direktörün yerlisi yabancısı olmaz, iyisi kötüsü olur"

Bu yazıyı yazmamda bana ilham veren Son Kale programına teşekkür ederim. Onların sayesinde uzun süre sonra bir blog yazısı yazabildim.

Bu yazıyı yayınladıktan hemen sonra gelen habere göre Hiddink Fildişi'ne gitmiyormuş. Yazının bir kısmı çöp oldu :)


Saygılar. Trakedi

Koray 2 - Galatasaray 1



Eskişehir ligimizin 3 deplasmanından birisi. Takımın şehir ile bütünleşmesi mükemmele yakın. Hocası Rıza Çalımbay' ın ise bu kısıtlı imkanlarla yaptıkları takdir edilesi. Bir kaç mevkide birden devşirme topcular kullanıyor, ama hiç sırıtmıyor. Fakat dün gece gördüğümüz Eskişehir, biraz daha farklıydı. İstanbul'da oynanan maça 4 atak oyuncusu ( Mehmet Yılmaz, Ümit Karan, Burak ve Youla) ile çıkmıştı Eskişehir. Dün ise tam tersi, oyunu kendi alanında kabullenmeye hazır bir düzen ile başladılar maça. Sonuç odaklı düşünürseniz bu planda bir yanlış yok.


Galatasaray sezon başından beri futbol oynamak isteyen bütün rakiplerini yendi. Bunu gören Rıza Çalımbay'ın sonsuz kademeli ve oyunu kendi alanında kabullenen bir şekilde oynaması normal. Sonuçta maç boyu defansta çok az hala yaptılar. Kanatlarda çift kişi ile, Galatasaray'ın etkili ayaklarını durdurdular. Galatasaray geriden oyun kurmak isterken, Ayhan ve Topal'a yaptıkları baskı ile top kaptılar. İleride ise hiç üretken değillerdi. 2 ceza sahası dışından gol, 2 ceza sahası dışından şut ve bir köşe vuruşu pozisyonunda yakalanan pozisyon dışında hiç bir üretkenlikleri yoktu. Ama zaten üretken olmalarını gerektiren bir seyri olmadı maçın. Geriye düşmediler, çok önemli dakikalarda 2 gol buldular. Yani bir şekilde maç istedikleri gibi gitti.

Galatasaray'a geçmeden önce bir iki minik eleştirim olacak Eskişehir'e. Ümit Karan oyundan çıkarken, resmen Rıza Çalımbay'ı tribünlere şikayet etti. Geretsli Galatasaray'ın mükemmel golcüsü iken, şimdi niçin burada olduğunu hala anlamamış Ümit Karan. Rıza Çalımbay dışında bu takım ile bu kadar puan alabilecek 3 hoca ancak vardır ligimizde. Bir diğer eleştirim ise, Rıza Çalımbay'ın takımı sahaya 1 puan için çıkarmasına. Sonuçta Es Es küme düşme potasından çok uzakta. Daha güzel niyetle çıkabilirlerdi belki sahaya, ama olsun gene de alkışlamak lazım Rıza Hoca'yı. Son bir sitemim de taraftara olacak. Anadolu'nun en güzel 3 taraftar topluluğundan birisiniz. Fakat şehire gelen herkesi dövmenin modası geçti sanırım. Şiddetinizi biraz daha azaltırsanız sevinirim. Geçelim Galatasaray'a.

Kapanan takımları açamayan Galatasaray bu maçta da aynı sorunla karşılaştı. Hem de Frank Rijkaard bütün kozlarını sahaya sürmesine rağmen takım bir türlü istediği ritmi yakalayamadı. Aslına bir ara Dos Santos'un girmesi ile kıpırdandık, ama penaltıdan sonra Rıza Çalımbay da Dos Santos'a önlem alınca gene aynı kısırlığa döndük.

Maçta ilk ciddi pozisyonumuz sanırım 30. dakikada oldu. Elano mükemmel bir pas attı, Jo defansın arkasına güzel sarktı, ama yanlış bir vuruş tercihi yaptı. Zaman zaman Arda zaman zaman Keita önlerindeki ikili savunmayı geçip bir şeyler denediler, ama etkili değillerdi.

Asıl problem ise Ayhan ve Topal ikilisinde. Bu iki oyuncu 10 üzerinden not verecek olursak, sezon başından beri bireysel olarak 5.5'in üzerine çıkamadılar. Ayhan geçen hafta biraz iyiydi fakat dirençli Eskişehir ortasahasına karşı kötü oynadı. Mehmet Topal ise rezalet oynadı. Ayrıca bu onun ilk kötü maçı değil. Frank Rijkaard yolda 5 milyon Euro bulsa, ilk iş olarak Topal ve Sarp'ı yollayıp, o bölgeye gerçek bir futbolcu getirir. 4 2 3 1 ya da 4 3 3 ne dersek diyelim, orta ikili ya da orta üçlüde yeteneksizlikten kaynaklanan bir problem var. Frank Rijkaard' ı tek anlayamadığım nokta ise, ilk yarının üzerine niçin Topal ile maça devam ettiğidir. Keşke 2. yarıya değişiklikle başlasaydı. Belki o zaman 2. yarının hemen başında takım savunması adına bir skandala imza atmazdık.

Son olarak Emre Çolak hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Maçın uzatma dakikalarında bir şut çekti, tribünlerde 300 kiloluk ve fazlası ile "Jabba the Hunt" a benzeyen varlık kendi dilinde küfür etti. Ama öyle bir organizmanın anlayamadığı bir şey var. Eskiden genç oyuncular , yanlış bir pas, orta ya da şut denediği zaman, takımdaki bazı sözde Abiler, dönüp fırça atarlardı. Böyle böyle, genç oyuncuların özgüvenlerini yitirdiğine şahit olduk. Ama Emre Çolak dün o dakikada sorumluluk aldı ve şut denedi. Bence bu o yaşta bir futbolcu için çok önemli bir özellik, ama bunu görebilmek için sadece skora değil, güzel oyuna da bakmak gerekir.

Geçen hafta sitem etmiştim, her hafta bir takımın bittiği, bir takımın şampiyon olduğu yönünde görüşler yer alıyor medyada diye. Allah'tan bir kaç tane, günlük yorum yapmayan spor insanı var da, aklımızı yitirmeden gündemi takip edebiliyoruz.

Not: Maçta bir hakem olmadığı için ,hakem hakkında bir şey yazamıyorum.



Maradona

8 Mart 2010 Pazartesi

Demir Yolu ile Gezen Top (Gündem Dışı)



19. yüzyıl ile birlikte, yaşadığımız dünya daha küçük bir yer olmaya başladı. Sanayi devrimi ile yapılan buluşlar, hızlı bir biçimde günlük hayatı etkiledi. Buharlı motor ve çeliğin işlenmesiyle devrimin günlük hayatı etkileyişi hızlanmaya başladı. Eskiden bir haberin, bir insanın ülkeler hatta şehirler arası dolaşımı bile çok uzun zaman alan işlerdi. Sanayi devriminin başkenti olan Büyük Britanya bu etkileri en yakından yaşayan ülke oldu. Aynı Britanya’ nın, futbolun da beşiği olduğu düşünüldüğünde, bu buluşlardan demir yollarının futbolu etkilemediğini söylemek imkânsız.


Futbol, işçi sınıfının oyunuydu. Zamanının çoğunu çalışarak ve üreterek geçiren bu topluluğun en büyük eğlencesi olan futbol, günümüzde büyük kitleleri peşinden sürükleyen bir spor haline geldi. Fakat 19. yüzyılın son yıllarında, İngiltere’de takımlar arasında oynanan maçlarda en büyük problem ulaşımdı. Hem takımların farklı bölgeler arasında dolaşması, hem de oyunun en önemli unsurlarından birisi olan seyircinin maçlara gelmesinde ulaşım problemi çok büyük bir engeldi. Çünkü o zamanlarda işçiler cumartesi günleri bile çalışıyordu. Hem zaman hem de maddi açıdan ulaşım, bu güzel oyunun kitlelere ulaşmasında en büyük engeldi. Fakat Britanya’da demir yolu ağının gelişmesi ile birlikte bu durum hızla tersine dönmeye başladı. 1901 senesinde 114000 kişi, Tottenham Hotspur ve Sheffield United arasında oynanan FA Cup finalini izleyebildi. Demir yolu ağlarının gelişmesi ile ülkenin her bir yerindeki takımlar seyahat özgürlüğüne kavuştu. Hatta bu durum aynı şehrin içinde farklı takımların kurulmasını da tetikledi. Bugün imrenerek izlediğimiz İngiltere derbilerinin tarihinde demir yollarının etkisi yadsınamaz.


Demir yolları, futbolun Britanya dışına da çıkmasında ve dünyaya yayılmasında önemli bir yere sahip. 1. Dünya Savaşı öncesi dönemde Britanya dünyanın en büyük gücüydü. Hal böyle olunca çeşitli sebeplerle Ada dışına çıkan askerler, tüccarlar ve işçiler bu oyunun yayılmasında önemli rol oynadılar. Bugün hepimizin izlemekten büyük keyif aldığı Brezilyalılar’a futbolu öğreten adam Charles William Miller da Kraliyet Demiryolları' nda çalışan bir memurdu. Zamanında İngiltere’nin dolaylı yahut direkt olarak sömürgesi olan çoğu ülkede böyle takımlara rastlamak mümkündür. Hindistan’ ın BNR (Bengal Nagpur Railway) FC ve Avustralya’nın The Railways Football Club Kalgoorlie-Boulder takımları bunlara sadece iki örnek.


Günümüzde endüstriyel futbolun doruk noktası olarak gösterilen Premier Lig’de bile birçok takımın kuruluşunda ya da gelişmesinde işçi sınıfının önemli etkisi vardır. Manchester United gibi kuruluşunda demir yolu işçilerinin önemi rol oynadığı takımlar dışında, ülkenin çoğu bölgesinde demir yolu işçilerinin kurduğu, alt ve amatör liglerde mücadele eden takımlar var.


Dünya artık hepimiz için eskisinden daha küçük. Özellikle 1990 ile birlikte bu küçülme can sıkıcı boyutlara ulaştı. Nitekim bu günlerin ilk adımı olan 19. yüzyılın başında başlayan “Futbol ve Demir Yolu” kardeşliği, dünyanın her tarafında 100 yılı aşkın süredir şekil değiştirerek devam ediyor. İçinden demir yolu geçen takımları her andığımızda, suratımızda ufak bir tebessüm oluşmasının sebebi bu olsa gerek.

Maradona





7 Mart 2010 Pazar

Fener'den Lige Yeşil Işık

Fenerbahçe takımı yine presle başladı maça. Bu senenin takıma kazandırdığı tek artı, pres ve mücadele. Bu maçta da bunu gördük. İlk dakikadan itibaren takım her yerde ileriye dönük ve yoğun presle oynadı.

Bilica Lugano ikilisi sonunda sahadaydı ve bu takıma belli bir güven vermişti. Gökhan ise bu sezon 4 farklı isimle beraber oynadı sağ kanatta. Özer, Topuz, Deivid ve Kazım'la oynadı bu sezon Gökhan. Kiminle en etkiliydi diye sorsam kendime, doğru bir cevap veremem. Bugün iyi değildi Gökhan. Normalde bu sezon hep ortalamanın üstündeydi ama bugün onu ataklarda pek göremedik. Solda ise Andre Santos Gökhan'dan daha çok ileriye çıktı. Çok seviyor ileride oynamayı. Golü de onun ayağından buldu zaten Fener.

Ortada da en verimli ikilisi sahadaydı takımın. Cristian ve Emre beraber olunca Emre de daha iyi oynuyor ve daha çok ileriye çıkıyor. Bu maçta da önceki maçlara göre daha olumluydu. Takımına forvette çok katkı sağladı.

Deivid ilk kez onbirde sahaya çıktı bu sezon. Bence pek sırıtmadı. Özellikle tek toplarda etkiliydi. Tabii daha fazla oynaması ve daha iyi bir form tutması lazım. Solda oynayan Vederson ise zaten verimsiz olduğu bir maçı rahatsızlığı nedeniyle tamamlayamadı. Kendisine şifalar diliyorum. Umarım Özer sol kanada geri döner. Sol kanat oyuncusu olmamasına rağmen üretkenliği ile o kanadı kendine getirebiliyor.

Alex'in kart cezalısı olduğu bir maçı kazanmak Fener için önemli. Semih ve Guiza ikilisi 10'un yokluğunu kapamaya çalıştılar ama ikisi de çok verimsizdi. Fener ne kadar presle ve ileriye dönük oynasa da top onlara gelince iştahı kesilen bir takım haline geliyordu takım. Koca maç hiç orta alamamak onları etkiliyordur evet ama arkaları dönükken de etkisiz olmaları onların da bir form düşüklüğü yaşadıklarını gösteriyor. Alex hala en önemli gol silahı Fener'in. Seneye umarım alternatifi bulunur.

Ben bu maçta Daum'u son dakikalardaki değişiklikleri yüzünden eleştirmek istiyorum. Yine 1-0'ı korumaya çalıştı. Bu sene başımıza ne geldiyse şu skor koruma davasından geldi. Halbuki kendi evinde rakibe göre oynamamalı Fener. Son dakikalar bile olsa Semih çıkıyorsa Gökhan Ünal girmeli ki ileride top tutabilsin ve hatta ikiyi üçü bulup rahatlayabilsin.

Özetle Fener sezona bir yeşil ışık yaktı diyebiliriz. Mücadeleye devam ediyor. Üretken bir takım değil ama zaman zaman ısırarak puanları topluyor. Puan olarak geride ama Özer ve Alex dönünce bence son ana kadar şampiyonluğu kovalayacaktır Fener. Tabii Galatasaray ve Beşiktaş ile oynanacak maçlar burada çok önemli. O maçlardan çıkacak sonuçlar Fener'in sezon sonundaki durumunu açıklayacak bizlere.

Herkese iyi haftalar.

Marquinhos.