17 Nisan 2010 Cumartesi
Gerçekten bilmiyorlarmış
Bu konunun böyle olabileceğine bugün hak verdim. Başımdan şöyle bir şey geçti. Her haftasonu olduğu gibi bu gün de amatör küme maçlarını izlemek için Çatalca Ziya Altunoğlu stadına gittim. Subaşı - Nakkaş maçı vardı iki takım da çok iddialı değillerdi. Sönük bir maçtı anlayacağınız. Maçın ilk yarısında bir penaltı pozisyonu oldu. Benim de pozisyonu yakından görmek hatta hakem-futbolcu diyaloglarını duyma gibi bir şansım oldu. Zaten el kol hareketlerini ve mimiklerimizi kullanmayı seven bir millet olduğumuzdan ne dediğimizi konuşmadan da anlatabiliyoruz. Tabii penaltı olunca tribündeki roman vatandaşlardan kurulu saz heyeti susmuştu yoksa bırakın hakem-futbolcu diyaloglarını duymayı yanımda dikilen ve Türk futbolunu yeniden düzenlemeye çalışan amcaları duyma şansım yoktu.
Neyse konuya gelelim penaltı pozisyonu oldu hakem düdüğü çaldı. Futbolculardan biri penaltı vuruşunu yapmak için topun başına geldi. Hakem kural gereği futbolcuları ceza sahası içinden çıkardı ve dışarıda beklemelerini anlatmaya başladı. Bir futbolcu inatla ceza yayının içinde ileride durmaya çalışıyordu. Hakem en sonunda durdu ve mimikleri ve el hareketlerinden de anladığım kadarıyla "futbolcular ceza yayının dışında durmalı" konusunu anlattı. En sonunda ikna olan futbolcular yay gerisinde durmaya karar verdiler.
Bu olaydan sonra Arda Turan'a daha çok inanmaya başladım. Bırak 4-4-2'yi en temel kurallara bile hakim olmadan futbol oynamaya çalışıyoruz. Galiba ilk iş çocuklara futbol kural kitaplarını ezberletmek olacak.
Saygılar.
17 Nisan Playoff Programı

17 Nisan Cumartesi 22:00 / Chicago Bulls - Cleveland Cavaliers
18 Nisan Pazar 00:30 (NBA TV) / Milwaukee Bucks - Atlanta Hawks
18 Nisan Pazar 03:00 / Miami Heat - Boston Celtics
18 Nisan Pazar 05:30 (NTV) / Utah Jazz - Denver Nuggets
Derbi Öncesi Antreman Notları

Nihat Kahveci ile Tabata, takımdan ayrı koşu yaptı ve test çalışmalarını sürdürdü.
İbrahim Toraman ve Tello, takımla yapılan koşulara katılırken top çalışmasında ise kontrollü olarak yer aldılar.
Buradan anladığım kadarı ile Toraman ve Tello sanırım son dakikaya kadar beklenecek. Oynamak isterlerse ki isteyeceklerdir Denizli onları oynatacak. Nihat sanırım yedek bekler.

Buradan anladığım kadarıyla Bilica ve Gönül ilk onbirdeler. Guiza da sanırım ilk 11 başlayacak. Semih de tam kapasite çalışmış antremanda ama hem başlarına gelen talihsiz olaydan ötürü hem de Daum'un Semih'i bu sene tamamen silmesinden ötürü o da ilk 11 başlamaz ama yedekte olması seyirci için bir gaz etkeni olacaktır. Fener'de eksik yok gibi. Fakat bu maçta zorla oynayacak Gönül ve Bilica bundan sonraki maçlarda oynayabilir mi bilemem. Bunu da ileriki haftalarda göreceğiz. Derbi öncesi taktiksel yorumlarla görüşmek üzere.
16 Nisan 2010 Cuma
Bursa'ya Haftasonu Tatil

1 saattir düşünüyorum ve sonunda karar verdim, umarım biz yani Galatasaray puan kaypeder, pazar günü de derbi berabere biter. Bunu iki sebepten istiyorum. İlk olarak sıkıldım yıllardır aynı takımların kısır döngü içinde debelenmesinden. İkincisi ise, belki bazı şeyler bir nebze değişir ve futbolumuzda bazı şeyler daha doğru yapılmaya başlanır. Genel temenniyi bir kenara bırakıp maça geçelim.
Ertuğrul Hoca, değişik bir 11le çıktı sahaya. Ergiç ve İbrahim yedek, defansta Zapo, orta alanda ise Bekir Ozan oynadı. Ergic, tercihi uzaktan bakınca garip gözüküyor. Ama Ergic'in kafası biraz dağınık son haftalarda. Belliki onu dinlendirmek istemiş Ertuğrul Hoca. Zapo'nun oyuna başlaması ise bence Beto'ya önlem almak içindi. İbrahim'i genelde daha süratli forvetlere karşı tercih ediyor Ertuğrul Sağlam. Ama Beto yerine en ilerde Julio Cesar vardı. Genede bir sıkıntı yaşamadı Bursaspor bu tercihten ötürü.
Maçın özellikle ilk 30 35 dakikası gösterdi ki, "Anadolu takımları Bursa'ya yatar" söylemi, bizim hastalıklı bakış açımızın bir örneği. Maçın başında Bursa'nın bocalamasına, Antep'in dirençli oyunu eklenince garip bir maç oldu. Hepsinden garip, bir şans golü ile de devreyi önde kapadı Bursaspor.
Ben ikinci yarıda Bursa'nın biraz daha derli toplu oynayacağını düşünüyordum. Ama değişen birşey olmadı. Anlamak lazım, adına isterseniz "Şampiyonluk Stresi" deyin ister başka bir isim verin, bu takım 3 haftadır garip. Bunu ise eleştirmek ahmaklık olur. Biz çok gördük şampiyonluk yolunda aklını yitiren büyük takım oyuncusu. Panik olmak bir insan özelliği, Bursalı futbolcularında zaman zaman bocalaması doğal. Onları bekleyen tek sıkıntı ise kalan 3 maçın, son haftalarda oynadıkları takımlara göre daha zor ekiplerle olması.

Şimdi önlerinde güzel bir hafta sonu var. Cuma günü okuldan gelir gelmez, ödevini bitiren öğrenci gibi Bursaspor. 2 gün rakiplerin maçlarını izleyecek. Skorlara göre hesaplar yapacak, ama sonuçlar ne olursa olsun, bir haftayı daha "Lider" bitirecek. Yolları açık olsun, umarım haftaya bizi yenerler.
Maradona
14 Nisan 2010 Çarşamba
Kendine Bosman!!

Yazımızın kahramanı, Türkiye'nin kendine Bosman yöneticisi Süleyman Hurma. Kayseri'de yarattığı istikrarlı yapıyı bir kenara koymak lazım. İyi kötü her sene ilk 6 yapan bir Kayseri oluşturdu. Ama kendisi Bosman kuralı ile ilgili ciddi sorunlar yaşıyor. En az bu sorunlar kadar vahim olan diğer bir nokta ise, medyanın büyük çoğunluğunun bu anormalliği görmemesi.
Olay malum. Devre arası Ali Turan'ı Galatasaray almak istedi. Sayın Hurma, Antalya'da Adnan Sezgin ile konuştu görüştü, ve sonra transfer olmadı. Ne kadar etik olduğu tartışılır ama, Galatasaray Ali Turan'a "İmza atma bize gel" dedi. Olay neticesinde Ali Turan kadro dışı. Ki burada Galatasaray yönetimi de hatalıdır sanırım. Kanunen olmasa bile böyle ucuz ticaret numaraları yapılmamalı. Buna benzer bir sıkıntıyı geçen sene Bekir yaşamıştı. Sonra sakatlıklar falan derken formasına kavuşmuştu.
Gelelim konuya. Kasımpaşa'dan Moritz'in sözleşmesi bitiyor, ve kendine Bosman Süleyman Hurma, Moritz'i Kayserisporlu yapıyor. Şimdi ne olur Kasımpaşaspor'u takip etmeyen birisi çıkıp "Arkadaşım Moritz Kasımpaşa'da kadro dışı, bak Kasımpaşa da aynısını yapıyor" demesin. Bundan daha 1 ay önce Süha Sidal çıkıp " Bu adam yolda yürürken sakatlanıyor" dedi. O günden beri düzenli forma vermiyorlar. Sanırım Bursaspor maçında oynadı, ama Delgado'nun yandan yemişi olmaktan öteye geçemedi.
Ha bu arada Süha Sidal'ın "Moritz'in lisansını yırttım" demesi de ayrı bir efsane. Ama onun hareketinin sebebi Bosman olmadığı için başka yazının konusu.
Bizim süper spor medyamız ise, niyeyse bu adama hiç dokunmuyor. Transfer sezonunun başında "Etik, ahlak" derken, sonra Troisi'yi aldı. Kimse kurcalamadı. Şimdi de Moritz'i aldı, kimsenin sesi çıkmıyor.
Madem bu kadar konuştum, bu konuya bir çözüm var aklımda. Çözüm çok iddialı oldu ama öneri diyim. Kanunu değiştirsinler Türkiye için. Ki çok net bilmesem de, zaten bu Bosman kanunu bizde biraz farklı. Görüşmek yasak değil de, sözleşme yapmak yasak gibi. Yanılıyorsam üzerime gelmeyin, bu konuyu araştırıp tekrar gündeme getireceğim. Önerim ise şudur:
Ali Turan'ın Aralık sonu itibari ile sezon sonuna kadar Kayseri'den alacağı parayı, Kayseri'ye veren takım, Ali Turan'ın rızası ile, futbolcuyu transfer edebilsin. Böylece hem bir miktar para kazanır takımlar, hem de çağdışılık biraz uzaklaşır bu topraklardan.
Not: Yazının bir yerine "Akşam yediğin hurmalar, gelir götünü tırmalar" yazmak istedim ama başaramadım.
Maradona
Şamp Şampi Şampiyon
13 Nisan 2010 Salı
Bitik Tribün
Bu yazıda bitik olarak adlandırdığım tribün, takımı protesto eden, biletini satan, en zor maçında takımı yalnız bırakan insanları kapsamaktadır. Gerçek Galatasaray taraftarı lütfen alınmasın.
Pazar gecesinden beri bir şeyler yazmaya çalışıyorum, başaramıyorum. Nereden başlamak lazım, 2004 senesine mi, yoksa daha önceye mi gitmek lazım bu günleri anlamak için. Hayatım boyunca kendisini tribün lideri diye tanımlayan insanlardan herhangi birisiyle tanışıklığım olmadı. Zaten tribünde en sinir olduğum insan "Ben bunu tanıyorum" havasında gezen insandır. Ama bir taraftar olarak, ister istemez taraftar guruplarını biliyorsun. Ben kendimi Galatasaraylı olarak hiçbir taraftar gurubuna ait hissetmedim. Bizim tribünün de çok değerli insanları olduğunu biliyorum ve özellikle Alparslan Dikmen'in kıymetinin şu günlerde daha çok anlaşıldığını hissediyorum. Sanırım bugün tribünün en büyük sorunu, kendisini lider diye tanımlayan kişilerin cümle kurmayı beceremeyen insanlar olması. Tribünün şu an içinde bulunduğu durum ne peki?
İlk bakışta 2‘ye ayrılmış gibi duruyor: Protestoları destekleyenler ve desteklemeyenler. Ben protesto yapılmasına karşı değilim ama yapılış şekline ve görünen sebeplerine karşıyım. Mesela Arda Turan'a Sinem Kobal üzerinden laf sokmak, en kibar tabir ile "Ahlaksızlık"tır. Arda'ya kızılacaksa 3 senedir şutlarını geliştirmediği için kızılsın, özel hayatı için değil. Jo'nun ise alemci olduğunu bilmeyen yoktu. Jo'ya kızılacağına onu transfer edenlere kızılsın. İşte sanırım bütün problem de burada başlıyor. Her tribünde yönetimin kullandığı bir grup vardır illa ki. Bu yeri gelir, yönetime karşı protesto yapanları susturur, yeri gelir yönetim kendini kurtarmak için bazı futbolcuları protesto ettirir. Tabii ki bu işler sevabına yapılmaz. Bedava biletler verilir. O biletler satılır. Hem de o biletler ne acıdır ki, Fenerbahçe maçında satılır.
Futbolcuya ruhsuz diyorlar. Peki kendilerinin ne kadar ruhu var? Kendi Galatasaraylılıklarına fiyat biçen insanlar var artık tribünde. Sezonun en önemli maçında takımı yalnız bırakıyorlar. Sonra hepsi forumlarda ağlamayı biliyor "Kadıköy' de şöyle oluyor, böyle oluyor" diye. Sen de Sami Yen'i kurallar içinde cehenneme çevirsene. Sahaya çıkan Fenerli'nin içini titretsene. Ama yok, bedava biletleri satmak daha kolay di mi? Önümüzde Bursaspor maçı var. Bütün Bursalılara tavsiyem, kişi başı 500 tl'yi gözden çıkarırsanız, çok rahat bir şekilde stadın en az yüzde 25'ini ele geçirirsiniz. Çünkü bu adamların fiyatı bu kadar.
Gelelim bir de yönetime. Gerets, Kalli, Skibbe, Bülent Korkmaz, Hasan Şaş ve Hakan Şükür ilk akla gelen isimler, bu yönetim tarafından imha edilmiş. Ben her ne kadar Hakan Şükür ve Hasan Şaş'ın futbolu geç bıraktıklarını düşünsem de, kesinlikle bu iki isimle yollar daha güzel ayrılmalıydı. Bülent Korkmaz ise, geçen sene resmen kullanıldı. Sevgisi, bağlılığı sömürüldü ve bir köşeye atıldı. Bütün bu yanlışların inatla devam etmesinin tek bir sebebi var. O da son 6 hafta Adnan Sezgin ve Adnan Polat'ın bu takımı şampiyon yapması. Şimdi diyorum, keşke Appiah o golü atsaydı ve şampiyon Fenerbahçe olsaydı. O zaman şimdiki gibi günü kurtarıcı hamleler yapmazlardı. Devre arası seçime yönelik transfer yapacaklarına, adam gibi orta saha oyuncusu alırlardı.
Adnan Polat çıkıp, protestolar bize ders oldu diyor. Nasıl ki geçen sene Bülent'i yediler, bu sene de gözümüzün önünde Arda'yı yemeye başladılar. Bense kendi halinde bir taraftar olarak, gitgide soğuyorum Galatasaray'dan. Bu soğumamın takımın başarılı ya da başarısız oluşu ile hiçbir ilgilisi yok. Ne bir gelenek kaldı bu takımda, ne vefa ne saygı. Zamanında sevgim gerçekleri görmemi engelleyecek kadar fazlaydı. Artık gitgide azalıyor. Belki biraz uzaktan sevmemin vakti gelmiştir.
Son olarak, Arda'ya bir daha gelelim. Ülke şartları düşünüldüğünde, takımı şampiyon yapmış bir Arda'yı satmak, "sinemacı" Arda'yı satmaktan daha zor. O yüzden birileri bile bile durdurmadı bu protestoyu. Ki o birileri istese, tribünde "çıt" çıkmazdı. Şu son 3 hafta niçin bir tribün insanı olmadığımı ve başka statlarda niçin daha fazla eğlendiğimi hatırlattı bana. Sezon başı üzülüyordum parayı denkleştirip, alamadım diye kombineyi.
Maradona
12 Nisan 2010 Pazartesi
Barcelona'yı ben de şampiyon yaparım #2
Real Madrid en son büyük Avrupa kupasını ne zaman kazandı hatırlayan var mı? Ben hemen hatırlatayım. Del Bosque yönetiinde 01-02 sezonun Şampiyonlar ligini kazandı. Real Madrid o günden beri şampiyonlar liginde finale çıkamadı. Del Bosque'den sonra 9. teknik direktörü ile çalışıyor. Bu teknik direktörle ligde başarılıydı elbette lig şampiyonu oldular , kupalar aldılar ama hep İspanya sınırları içinde oldu bu işler. Şimdi Real Madrid için kimler geldi kimler geçti ona bir bakalım.
Del Bosque 2003 yazında takımda ayrılırken takımın başına Portekizli Carlos Queiroz geçiyordu. Açılışı İspanya süper kupasını alarak yapan teknik direktör. Ligin devamın ne Avrupa'da ne de İspanya'da başarılı olmuştu. o sene Ligi Valencia kazanıyordu.
Bu hayal kırıklığının sonucunda Real Madrid yönetimi acele kararlarla ilk önce José Antonio Camacho sonrasında ise Mariano García Remón'u takımın başına getiriyordu bu ikili Camacho 6 Remon 20 maç görev yapıyorlardı. Zaten günü kurtarma amaçlı olan bu çalışmalarda Wanderley Luxemburgo'için hazırlık oluyorlardı.
Wanderley Luxemburgo bir sene boyunca takımla beraber maçlara çıkıyordu. fakat yönetim ona da dayanamayarak göndermek zorunda kalıyordu. Halen Del Bosque sonrası sadece bir İspanya süper kupası kazanılmıştı. halen Avrupa'da bir başarı yoktu.
Juan Ramón López Caro sırada ki adaydı. Real Madrid B takımını çalıştıran Caro sadece 6 ay kadar yani Capello'nun takımın başına geçtiği tarih temmuz 2006 kadar. Capello'nun gelişi artık işlerin sıkı tutulduğu anlamına geliyordu. Yönetim başarı istiyordu. Fakat yine Avrupa'da hüsran vardı fakat Rijkaard'ın Barcelona'sına karşı lig kazanılmıştı. Yinede Capello Madrid'ten ayrılmıştı. (Cassano ile ilgili olayları hatırlıyorsunuzdur)
Real Madrid yine eski oyuncularından olan Bernd Schuster ile anlaşmıştı. O sene yine bir Lig şampiyonluğu ve İspanya Süper Kupası kazanılmasına rağmen Şampiyonlar ligi 2. turunda Roma'ya elenmesi sene sonunda takımda ayrılmasındaki en önemli etken olduğu söylenmekteydi.
Sırada ise Sevilla ile rüya gibi sezonlar geçiren ve takıma 2 Uefa kupası kazandıran Juande Ramos takımın başındaydı. Ligin ortaları geçilirken Barcelona'nın 9 puan gerisinde kalması ve Barcelona karşısında aldığı 6-2 lik mağlubiyet Juande Ramos'a Rusya yollarını göstermişti.
Artık bu sene başına gelmiştik artık takımın başında Manuel Pellegrino vardı. Real Madrid yine Avrupa'da yok Barcelona'nın 3 puan gerisinde galiba lig sonunda yine bir Madrid klasiği ile karşı karşıya kalacağız.
Del Bosque içinde denmişti Zidane var Figo var ben de o takımı şampiyon yaparım. Yaparım demek ile olmuyor. Kimler geldi kimler geçti Real Madrid'in son büyük Avrupa kupası Del Bosque ile aldığı halen.
Saygılar.
11 Nisan 2010 Pazar
Maç Öncesi Kaygılar
Fenerbahçe maçında en çok taraftara kızmıştım. Sahadaki takımı desteklemeyi geçtim, biletleri karaborsada satıp, stada bile gelmedi çoğu kişi. Şimdi aynı adamlar, takıma tavır koyacaksa eğer, ben de büyük Galatasaray tarafarına tavrımı koyarım.
Konular çok uzun. Belki de artık, kötü gidişi anlatmak için maçları değil, son 3 hatta son 7-8 seneyi anlatmak lazım.
Kısacası, canım çok sıkkın. Çok sevdiğim takıma karşı, bu çeşit sebeplerden dolayı içimde kırgınlık hissediyorum. Ben bu takımı, Uğur Tütüneker, Erdal Keser, Prezaki, Cüneyt ve bir çok kahramanı tanıyarak sevdim. Şimdi bu ucuzluk üzüyor gerçekten. Bakalım neler olacak daha ?
Maradona
Real Madrid - Barcelona
Maça gelirsek, Real Madrid'in ikinci sirk takımı bu. Daha öncekinde en azından Zidane var diye saygı duyuyordum. Şimdi Ronaldo, Kaka ve Benzema ile iyice uyuz oluyorum. Ramos, Casillias ve Higuain 3 sevdiğim Madridli. Tabi birde ilk köz ağrım Raul var. Böyle bazen Madrid'e benden daha alakalı arkadaşlarla konuşurken, bu sirk düzeninin onların karakteri olduğunu söylüyor. Ben olaya bu kadar endüstriyel bakamıyorum. Forma olacak, aidiyet olacak, paralı asker az olacak kimse kusura bakmasın. Saha da bu kadar mantar adam bir arada olunca, doğal olarak karaktersiz bir oyun çıktı ortaya. Kopuk kopuk oynadılar.
Barcelona ise, garip bir takım. Sürekli düşünüyorum. Guardiola'ya bu maç hayran kaldım. İlk yarı Ramos, Perdo'yu yedi resmen. İkinci yarının başında oyuncuların yerini kaydırışı mükemmeldi. Pedro sağa geçti, Alves sağ beke, Puyol sol bek, Maxwell sol ön. Bu hamle sonrası Pedro daha rahat oynamaya başladı. Boş alanı bulunca topla çok güzel buluştu. Bazı arkadaşlarım
Perdo ve Bojan'ın başka takımlarda oynayamayacağını söylüyor. Gülüyorum sadece. Birde Alves'i sağ önde görünce aklıma Mustafa Denizli ve Ali Güneş geldi. Hocaya saygım iki kat arttı. 10 sene önceden günümüz futbolunu çözmüş yazıklar olsun bize.
Son 2 3 haftanın yıldızı tabi ki Messi, ama ona gelmeden önce Xavi'ye değinmek lazım. Asıl uzaylı bence o. O kadar insanın arasından o pasları geçirmek, oyunu öyle okumak normal insanın yapacağı işler değil. Topal ve Sarp'ı izlemek ile cezalandırılmış biri olarak, Xavi açık görüş günü gibi geliyor.
Messi ise bence foyası meydana çıkmasın diye kaçırdı 2 golü. Yoksa bugünde 3 atsa, maç sonunda kesin olarak CIA falan gelir paketlerdi elemanı. O gol vuruşunda topu yere sektirerek vurması beni benden aldı.
Son lafım NTV'ye. Yıllardır yağmur demedik, çamur demedik izledik. Çok şey öğrendik sayende. En azından Avrupa liglerini daha yakından takip ediyoruz. Peki bize tutupta bu maç için Rıdvan Dilmen'i reva görmene ne diyelim ? Orada Mert Aydın gibi mükemmel bir insan dururken, 3 sene önce Messi için "Güntekin Barcelona'da Arjantinli bir çocuk vardı, adı neydi ? " diyen birisini niçin yorumcu yaparsın. Sokakta görse, 22 futbolcudan en az 8 tanesini tanımaz. Bak hele maçtan sonra gelmiş diyor ki hayatımda gördüğüm en güzel futbolu oynayan takım. Ben mesela 1984 doğumluyum, benim için en güzel top oynayan takım bu olur. Ama sen 78 Hollanda, 82 Brezilya falan görmedin mi arkadaşım? Hepsini geçtim, bir insan 90 dakikada kaç kere burnunu çeker ? Cevap veriyorum 100. Keşke maçı yorumluyacağına, uzaktan dinleseymiş!!
Maradona