19 Haziran 2010 Cumartesi

Dünden Kalanlar ( 8. gün)

Favorilerin hüsranıyla biten 3 maç oldu dün. Almanya ile başlayalım. Herkesin sürpriz takım olarak nitelendirdiği Sırbistan Almanya'yı yendi. İlk maça göre sahada ne yaptığını bilen ve organize olmuş bir Sırbistan vardı. Subotic'in defansta Vidic'in partneri olmasıyla birlikte müdafa daha sağlam duruyordu. Yıllarını İnter'e vermiş Stankovic bu ikilinin önünde başarılı bir performans sergiledi. Maç boyu Mesut'a yakın oynayan Stankovic, Mesut'un etkinliğini geçen maça göre azalttı. Azalttı derken yanlış anlaşılmasın. Mesut gene o akıl dolu paslarıyla bizi mest etti. Ama maç boyu rahatsız edildi, baskı gördü. Mesut'a baskı uygulayan diğer bir oyuncu da Podolski'ydi. Klose'nin gereksiz sarı kartlarla oyundan atılmasından sonra sol açıklıktan yarım forvetliğe terfi eden Podolski, kaçırılmayacak ne kadar pozisyon varsa hepsini harcadı. Yetmezmiş gibi penaltıyı da gole çeviremeyerek Almanlar'ı içten bitirdi.

Podolski'ye bu görevinde yardımcı olan başka bir Badstuber'di. İlk maçta rakibinde organize olamamasından olacak ki, Almanya Ligi'nde gösterdiği performansın çok üzerine çıktı. Ama dün gerçek kimliğine kavuştu ve akıl almaz hatalar yaptı. Takım Almanya'nın dünya kupalarındaki en geç kadrosuymuş. Buna yönelik eleştiriler varmış Almanya'da. Tabii ki eleştirenler Alman futbolunu benden daha iyi bilen insanlar, ama bence özellikle Ballack'sızlık Almanya'nın başına gelen en güzel şey. Oyunu yavaşlatıyordu, her top ayağına değiyordu, serbest vuruşların kullanılması saatler sürüyordu. Belki saha içi liderliğinin eksikliği var diye düşünülebilinir, ama ben bir taraftar olarak bu Almanya'yı bütün kusurlarına rağmen daha çok seviyorum.

İngiltere - Cezayir

Aslında turnuvanın en sevilesi takımlarından birisi Cezayir. Amaçları sadece seslerini futbol aracılığı ile biraz daha yükseltmek olan takımlardan. Güçlerinin yettiği ölçüde iyi futbol oynamaya çalışıyorlar. Karşılarında ise futbolun beşiği İngiltere vardı dün. Ama zaman zaman futbol dersini veren taraf Ceyazir oluyordu. Belki biraz daha güçlü kadroları olsa İngiltere'ye unutulmaz bir hatıra hediye edeceklerdi. Cezayirli futbolcuları tebrik edip, İngiltere'ye geçiyorum.

İngiltere milli takımı, kağıt üzerinde en iyi kadrolardan birisine sahip. Lampard ve Gerrard'ın bir arada oynadığı bir takım. Önlerinde ise Rooney ve Heskey. O beğenilmeyen Heskey bile milli forma ile elinden geleni yapıyor. Heskey'e golcüden çok takımı için bir şeyler yapmaya çalışan tamamlayıcı forvet gözüyle bakarsanız belki daha az küfür edersiniz. En zayıf haklası kaleci olan İngiltere'nin kadrosunda gene kağıt üzerinde eksik bir tarafı yok. Tek eksiklik takım olamaması. Anladığım şu, başarı için önemli olan bir şey, milli takıma biraz kulüp takımı havası katabilmek. Bunu başaran takımları, taktikleri ne olursa olsun daha başarılı oluyor. Atıyorum, hedefleri küçük olan takımlar gruptan çıkmayı başarıyor, büyük olan takımlar ise final oynuyor. Turnuvanın ismi büyük takımları içinde Fransa ve İngiltere bu görüntüye en uzak iki takım. Ve sanırım birkaç sözü Capello hakediyor artık.

İlk maçın günahı olmaz diyip, sustum biraz. (allahım konuşsam sanki ipleyen olacak) Bu takımın bu forvet oyuncuları ile 4 4 2 oynaması mümkün değil. Takımın kadrosundaki en iyi forvet oyuncusu Rooney, genelde kanat destekli bir 4 5 1 içinde oynamaya alışmış. Berbatov oyuna sonradan girdiğinde de uyumları sayesinde etkin olabilen birisi. Rooney'nin hala milli forvetlerden biriyle bu uyumu yakalayamadığı düşünülünce, takımı tek forvet çıkarmak oldukça işlevsel olur bence. Orta alanda ise 1 2 2 yahut, 4 1'e dönmesi lazım artık. Gerrard ve Lampard takım listesinde süper durmalarına rağmen, arkalarına onların yeteneklerini ön plana çıkarmasına yardım edecek bir furbol hammalı konulmalı bence. Ya Gerrad forvet arkası düşünülmeli ve 4 1 oynanmalı, yahut bir DM ve önlerinde Gerrard ve Lampard olmalı. Joe Cole ise mındar edilmemeli. Lennon, Milner ve Wright Phillips, Premier Lig'in iyi ve süratli kanat oyuncuları. Fakat hiçbirisinin oyun zekası Cole kadar fazla değil.

Bakalım bugün maçlarda neler olacak.

17 Haziran 2010 Perşembe

Arjantin ve Maradona

Arjantin bugün gruplardaki ikinci maçına çıktı. Rakip Güney Kore, oynadığı ilk maçta Yunanistan'ı güzel bir oyunla yenmişti. Hal böyle olunca, güzel futbol izleme umudum iyice arttı. Maçtan önce Veron'un sakatlığı can sıkan tek haberdi.

Sahaya 4 1 2 2 1 gibi çıktı desek yanılmayız herhalde. 4'lü müdafanın önünde Mascherano, onun önünde sağ iç Rodrigez sol iç Di Maria'dan kurulu fazla sert olmayan bir orta sahası vardı Arjantin'in. En zayıf noktaları da bu sanırım. 2 maçta da rakipleri sert olmadığından çok zorlanmadılar. Yunanistan maçı ufak bir sınav olabilir bu konuda. Orta sahada sertlikte durdurulabilecek bir takım var. Top tekniği üst düzey olmasına rağmen, belki bu konuda Cambiasso'suzluk canlarını yakabilir.

İleri uçta ise o kadar çok alternatif var ki elinde, kimi oynatmasa eleştirilebilir belki Maradona. Ama Dünya'nın gördüğü en yetenekli atak oyuncusunun tercihlerine karışmak benim boyumu aşar. Sadece şunu biliyorum, Arjantin eğer çeyrek finalden yukarısını görecekse, bu başarıda Aziz Palermo'nun bir golü olacaktır.

Aslında tam burda düşünmek lazım Maradona'nın tercihlerini. Futbolu sadece doğruları yapmak isteyen birisi Palermo'yu götürmezdi Afrika'ya. Ama o 37 yaşındaki oyuncusuna son bir Dünya Kupası hediye etti. Düşünün 4 sene sonraki kupada sıkıcı ve düz bir hoca yüzünden şimdi 30lu yaşlarında olan kaç tane yıldızı izleyemeyeceğiz. Ha Palermo'yu da izleyemiyoruz ama önemli olan şu endüstriyel futbolun bize unutturduğu en büyük değer olan VEFA.

Maçı zaten izledik, beni özellikle Tezev mest etti. (Messi yazmıyorum, zaten onu rüyamda görsem mest oluyorum) İkinci yarıda iki Koreli'yi geçip ayağının dışı ile yaptığı orta sırasında kendimden geçiyordum.

Maradona'nın teknik direktörlüğün tarzı ise her geçen maçtan sonra kafamda biraz daha şekilleniyor. Rakibin defansif eksiklerini özellikle iyi analiz ediyor. Takımın duran toplardan pozisyon bulması ise, bu konuya kafa yorduğunu da gösteriyor. Büyük taktisyen değil belki (olabilir ama daha zorlanmış bir Arjantin göremedik) ama motivasyon konusundaki başarısı oyuncuların saha içi hallerinden belli. Hepsi onları izleyen, onlarla arkadaş olan bu adama saygılarından dolayı ellerinden gelenin fazlasını yapıyorlar. Sadece Messi skor 2-0 diye gol atmıyor. (Ömer Üründül stayla)

Arjantin 2 maçını kazandı ve bu Maradona'nın hoca olmadığını düşünenlerin çenesini kapattı biraz. Son konumuz da futbol dışı olsun. Maradona, Platini'den özür dilemiş ama Pele'den dilememiş. Özür dileme özürlü olanların böyle büyük egolu bir adamdan alabileceği çok şey var, anlayana tabi.

16 Haziran 2010 Çarşamba

6. ve 7. Günler (Asıl Top Şimdi Patladı)

Nasıl ki farklı kıtalardan, değişik kültürlere sahip, başka taktiklerle sahaya dizilien ve kendine has hedefeleri olan takımlar varsa, biz futbol severler de öyleyiz sanırım. Hepimiz başka şeylerin peşinden gidiyoruz. Oyunun başka tarafları bizim zevk almamıza yardımcı oluyor. Almanya-Avustralya maçı futbola ilk doyduğumuz an oldu. Benim ise kupadan tam anlamıyla zevk almam Brezilya - Kuzey Kore maçıyla oldu. Üzerine bugün gelen İspanya-İsviçre maçı ise tatlının üzerindeki kaymak oldu.

Dünya kupalarına katılan ülkelerin siyasi kimliklerini ayırıp, sana içinde top oynayan adamları seviyorum. Dün maçı da o gözle izledim. Bir tarafımda ezeli rakip Brezilya, diğer tarafta dünya kupalarına ikinci kez katılan Kuzey Kore. Dünya üzerinde kendisini dışarıya kapatmış ülkenin oyuncuları, ilk kez kendilerini dünyaya bu denle tanıtıyorlar. Verdikleri bir pas, attıkları bir gol, hepimizin onları tanımasına sebep oldu. Ki 11 aynı adamı hala sokakta görsek birbirinden ayıramayız. JI Yun Nam, attığı golle belki 3 puanı getiremedi ve belki Kuzey Kore 3 puanla hiç tanışamayacak bu grupta, ama onlar Dünya Kupası'nın bir parçası oldular. Kendi isimlerini duyurdular. 2014 Dünya Kupası ile ilgili bir şeyler yazacağımız günlerde, illa ki onları hatırlayacağız.

Kupanın asıl güzelliği ise, favorilerden birinin ağır yara alması oldu. Burada gene kendi çelişkilerimle yüzleşiyorum. Kötü futbolu, kapanarak maç kazanmayı hiç sevmiyorum. Ama kendisini Davud heykeli gibi kusursuz zanneden İspanya'nın gerçeklerle bu kadar erken yüzleşmesi hoşuma gitti. İspanya'nın oynadığı futbola saygım var, hatta sevgim de var. Fakat Euro 2008'de bile İspanya'yı tutmayanların, şimdi Franco'dan çok İspanyacı olmalarına anlam veremiyorum. Haydi yaşları küçük olanları anlıyorum, ama 20 yaşını geçmiş bir insanın sadece son 2 senedir izlediği bir takımı, delice sevmesini anlamıyorum. Zaten sevdikleri o takım değil. Sevdikleri başarı. Tıpkı 2000 gazıyla Galatasaraylı olup, 2010 senesinde Arda'yı yuhalıyan tribün zavallıları gibi onlar. İspanya çok ilerleyemezse bu kupada ve gene eski başarısız günlerine dönerlerse, kaç tanesi acaba 2018'de hala İspanya'yı tutuyor olacak ?

Bu arada gene altını çizmek istiyorum, sevenlere saygım var ama böyle maç kazanmayı sevmiyorum. Belki de tuttuğum hiçbir takım bu kadar dikkatli ve hatasız savunma yapmayı beceremediği içindir. İnceden kıl oluyorumdur bu işi yapan ve güzel futbolu öldürenlere.

Şili'yi şimdilik es geçiyorum. Çünkü daha fazlasını hakediyorlar. Ama Zamarona ve Salas başkanları unutmamak lazım. Marcelo Bielsa ise başlı başına yazı konusu olmayı hakediyor. Önümüzdeki yazılara inşallah.

Sonu twitter'da biraz sorun yarattı. Aman diyim, Oguz Öztürk üzerine alınmasın. Lafım onun gibi, İspanya'ya yıllarını vermiş futbol severlere değil :) Ve evet Bora lafım sana :)

Top Adam



Güney Afrika'da bir alışveriş merkezinde 3000 futbol topu kullanılarak yapılan şey(Ne diyeceğimi bilemedim)
Daha ayrıntılı incelemek isterseniz burada buyurun. (ifitshipitshere.blogspot.com)

Saygılar.

15 Haziran 2010 Salı

Tek Büyük Olmak



Takımım olan Galatasaray'ı çok seviyorum. Hastalıklı olmaması için uğraştığım bir aşk bu. Elimden geldiğince hatalarını, günahlarını görüyorum. Tribünde bir adam yediği dayaktan kaçarken, kendisi atladı düştü demiyorum. Kendim takımımı bu kadar sevdiğim için, Fenerbahçe dahil hiçbir takımdan nefret etmiyorum. Zaman zaman yapılani yahut Galatasaraylı olduğum için bana yapılıyormuş gibi gelen şeylere isyan ediyorum, kızıyorum ama rakiplerin hiç birinden nefret etmiyorum. Sonuçta düşünün ki, hepimizin bir sevgilisi var. Günlük hayatta gidip bir arkadaşımızın sevgilisine, "Senin bu manita da biraz yollu" demiyorsak, elimden geldiğince diğer takımlara da saygılı durmak gibi bir amacım var.

Bu yukarıda ki fotoğraf, Fenerbahçe Dergisi'nin fotoğrafı. Tek büyük Fenerbahçe söylemi var üzerinden. Aziz Yıldırım'ın basın toplantısında da beni tek rahatsız eden şey bu söylem olmuştu. Bir taraftar, bir başkan yahut birisi "En Büyük" bizim takım dese, gülerim geçeri. Durumun daha vahimi, tek büyük olduklarını iddaa edenlerin olması. Bakış açısı rahatsızlık verici. Tıpkı Adnan Polat'ın Galatasaray'ı öveyim derken, diğer takımları ufalttığı zamanlardaki gibi.

Futbolumuz kendi içinde kısır döngüsel dinamiklere sahip. O yüzden 2 Avrupa Kupası, bir kaç çeyrek finalden başka bir başarımız yok takımlar bazında. Ve buyüzden çoğumuz Avrupa Liglerini takip ediyoruz. Kendimize oradan da bir sevgili buluyoruz. Ben gerçekten çok yorulduğumu hissediyorum. Transfer inatlaşmalarından, tek büyük olma çabalarından, rakipleri küçük görmekten ve günlük başarılar için vizyonsuz ve temelsiz hareketlerden.

Futbolu yöneten (yönetemeyen) bütün bu mahluklar bu ülkede güzel oyunun içine etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunu bir tek biz taraftarlar engelleriz gibi geliyor bazen. Belki birgün bu ülkede de Fc United benzeri bir takım olur. Seve seve onu destekler bütün pislikten uzak dururum.

Delikanlı Ol Skrtel !!


Şu an oynanan, Yeni Zelanda - Slovakya maçını izlerken aklıma Skrtel'i sevmediğim geldi. Premier Lig'in ilk haftalarından birisiydi. Sanırım 1. yahut 2. hafta. Liverpool, Tottenham ile oynuyordu. Maçta Jamie CARRAGHER'ın kafası patladı. Güzelim adamın sesi çıkmadı, yanlış hatırlamıyorsam Skrtel'in de dudağı patladı. Maç boyunca kendisine yapılan her faulden sonra soluğu hakemin yanında aldı. Bugün gibi hatırlıyorum dayanamayıp, "Erkek gibi oyna" diye bağırmıştım en sonunda. Evet zaman zaman böyle cinsiyetçi söylemler çıkıyor ağzımdan. O günden sonra vasatı aşamayan performansını geçtim, tarzını sevemedim. Neill gibi delikanlı oyna biraz Skrtel.

Ömer Üründül ne iş yapar?

Ömer Üründül'ün gerçekte ne iş yaptığını bilmem ama ne yapamadığını gözümüze soka soka öğreten Trt'ye teşekkür ederim. Hadi dersine çalışmadın kupaya gelirken. Bari bir iki futbolcu hakkında ele gelir bir şeyler söyle. Söyleyemiyorsan sus. Adamın bazı takımları (bunlara büyük Avrupa takımları dahil) Dünya Kupası'nda seyrettiği buz gibi ortada. Bu yayını bir özel kanal alıp yapsa içim yanmaz ama evde her ay ödediğim elektrik faturasından kesilen paranın böyle insanları Güney Afrika'ya gidip orada eğlendirmeye çalışması için kullanılması içime sinmiyor.

Arjantin maçında bu durum iyice sinirlerimi bozdu. "Ömer bey Gutierez adlı futbolcu hakkında ne düşünüyorsunuz? sorusuna "Şimdi pek tanımıyorum ama fiziği güzel" cevabını verdikten sonra bir de üstüne üstlük "Messi'yi izlemek büyük keyif" diyip durunca iyice sinirlerim tepeme çıktı. İnsan yaptığı işe biraz saygı gösterir. Senin orada olmanın amacı izleyicileri bilgilendirmekse eğer sorulan sorulara bari aç wikipedia'dan cevap ver onu da yapamıyorsan biraz dersine çalış. Trt seni oraya götürmüş bir şeyler anlatasın diye.

Her maçı bir takımın taraftarıymış gibi yorumlamasının yanında Afrika takımları hakkında olan bilgisizliği ve klişelerle dolu yorumları nedeniyle vuvuzeladan bile daha çok rahatsız etti beni. "Keşke Dünya Kupası'nı Ertem Şener anlatsaydı" bile dediğim oldu. En azından sıkıcı geçen maçları eğlenceli hale getirirdi. Trt bu dünya kupası başladığından beri resmen işkence çektiriyor yapılan hiçbir şey doğru düzgün ilerlemiyor. Yorumcu niyetine çıkarttıkları adamların bağırsak sorunları olduğunu düşünüyorum çoğu zaman ya da çişi gelmiş de yayın nedeniyle tuvalete gidemeyen çocuklar gibi kıvrandığını.

Size ufak bir kılavuz hazırladım Ömer Üründül gibi maç yorumlayın diye.

-Ömer Abi X nasıl futbolcu?
-Şimdi tanımıyorum ama X fiziği güzel bir futbolcu

-Ömer Abi X(herhangi bir Afrika takımı) takımı nasıl?
- X takımı güzel ama işte son vuruş yeteneği kısıtlı bir forvetleri olmasa daha güzel olur.

- Ömer Abi X takımı gol atmakta zorluk çekiyor.
- Şimdi nokta santrafor olmadığı için bu böyle oluyor.

-Ömer Abi X(bu X burada orta büyüklükte bir takım olabilir) takımı nasıl bir takım?
- Şimdi eskiden hatırladığım (Bu bu takımı geçen Dünya Kupası'nda izledim demenin kibar yolu) X takımı pek iyi değildi.

- X'i izlemek büyük keyf!


Trt teşekkür ederim.

Saygılar.

Üründül Kaçırıldı!!




Son dakika haberi ile karşınızdayız. Geçen pazar günü başlattığımız kampanyanın sonucunu çabuk aldık. TRT 1 yorumcusu Ömer Üründül'ü kaçırması için bir çete ile anlatşık. Çeteye ödemesini peşin yaptık. Sağolsun kırmadılar bizi. Turnuva bitene kadar misafir edecekler Ömer Üründül'ü. Fakat adamlar da 2 günde canından bezmiş. Durup durup "Çete lideri ile adamları arasında uyum yok, bloklar arasında ciddi sorunlar var" demiş. Dedim sakin olun, onu herkese söylüyor siz mis gibi çetesiniz. Kalbimiz sizinle.

Dünya Kupası 4. Gün

Pazar gecesi Almanya hepimize özlediğimiz futbolu izletti. Kendi sıkıcı karakterlerine ters bir oyun oynadılar. 60 yaşında bir futbol izler, Almanya'yı tanımamıştır büyük ithimalle. İnsan doğal olarak düşünüyor, Almanya böyle oynadıysa, Hollanda'yı izlemeye doyum olmaz diye.

Kafam dağınık bir halde izledim maçı. İzlerken ise garip şeyler düşündüm. Golcü melekesi nasıl ne niçin geriler gibi şeylere takıldım. Hollanda Ligi kolay gol atılan bir ligdir bunun bende farkındayım. Romario, Nistelrooy gibi her yerde gol atan abilerde geçmiştir o ligden, birde o ligde attığı gollere ulaşamayan golcüler geçmiştir. Kuyf'in başına gelende buna benzer bir durumdur. Van Persie ise daha beter haldedir. Zaten gol melekeleri kısıtlı olan Persie, yaşadığı sakatlıkla birlikte iyice unutmuş golcülüğü üzüldüm. Hollanda'nın bugün sahada bir Semih Şentürk'ü olsaydı mesela, ceza sahası içinde daha keyifli işler yaparlardı.

Futbolu bilen abilerin en güzel kaybeden dediği Hollanda, bugün kazandı ama güzel futbol adına kısır bir oyunla. Robben'in eksikliğine Van der Vaart'ın sorumsuzluğu eklenince kekremsi bir tat verdi sadece Hollanda. Eljoro Elia, oyuna girince yaptığı güzel hareketlerle ağzımıza bal çaldı. Umarım bundan sonraki maçlarda daha fazla dakika alır. Ayrıca Van Persie ve Kuyt birlikte kabir azabı oluyor.

İzlediğim diğer maç ise İtalya - Paraguay'dı. Paraguay'ı 1998'den beri severek izliyorum. Bu sevgimin ise öyle çok süper nedenleri yok. José Luis Félix Chilavert ve Fransa ile oynadıkları
1. tur maçını hatırlıyorum. Şimdi İrlanda maçı yüzünden koparılan kıyametin bir benzerini hak eden maçtı. Net penaltısı verilmemişti Paraguay'ın. İşte böyle garip ve bilimsellikten uzak sebeplerden dolayı yakın duruyorum Paraguay'a. Oscar Cardozo sağlam olsaydı, daha farklı olabilirdi maç. Dangalak iddaa yorumcuları, bazen öyle aptalca konuşuyorlar ki, onları dinleyipte para yatıran güzelim halkıma üzülüyorum.

Son olarak, hepimize ".... zaten turnuva takımı" cümlesini duymadan yaşayacağımız günler diliyorum.



14 Haziran 2010 Pazartesi

Dünya Kupası (Aklımda Kalanlar)

Vuvuzela... Hani mahalleye gecenin ortasında çöp arabası gelir ya, televizyonun sesini açmak zorunda kalırsınız. İşte bendeki etkisi bu. Futbolu bu kadar öldüren bir şey olamaz. Ne bir tezahürat var ne bir tepki duyulabiliyor. Tribünleri Almanlr doldurmş da ne olmuş? Bir Almanca tezahürat mı duyabildik? Bir İngiliz şarkı mı duyabildik? Gol kaçıyor tepki duyamıyoruz. Gol oluyor sevinç bağırışları duyamıyoruz.

Vuvuzela istemiyorum arkadaşım. Afrika kültürünü koruyalım derken futbol kültürü ölüyor. Bence futbolcuların iyi oynayamamasının altında da bu vuvuzela faktörü var az da olsa. Normal liglerde bu ses sadece deplasman takımını korkutmak için çıkarılır. Burada herkes deplasmanda gibi. Umarım yasaklanır.

Gelelim maçlara. Genelde sıkıcı geçiyor maçlar. İlk maçı izleyemedim ama sanırım güzel geçmiş. İngiltere maçını izledim. Kadro tercihlerini anlayamadım. Sahada en azından bir Defoe görmek isterdim. Yine de İngiltere'nin futbolu beni sevindirdi. "Futbol bizim oyunumuz ulan" diyorlardı sanki Amerikalılara. Çok hırslılar. Bu hırs devam ettiği sürece iyi futbol izlettirmeye devam edeceklerdir.

Fransa her zamanki gibi bir hayal kırıklılığıyla başladı. Anelka'dan tek forvet yaratamazsın. Govou ile o takım 3 puan alamaz. Hele Toulalan insanının Dünya Kupası'nda ne işi var bilemedim.

Arjantin'i izleyemedim ama ileri 3'lüsüyle her maçta saldıracaklardır. Ben de iyi bir Arjantin izleri umarım.

Dün Almanya'yı izledim. En rahat ve en iyi futbolu onlar oynadı. Şut çekmeyi bilen tecrübeli forvetleri var. Kadronun geri kalanı tecrübesiz ama yine da ileriye güzel mesajlar verdiler.

Ghana maçı ve Ömer Üründül diyorum başka da bir şey demiyorum. Tüm maç boyunca "Yahu Gana bütün pasları harcıyor." Yahu sahaya inip seviniyorlar şaşılacak şey doğrusu" diyip durdu.

Neyse efenim izlenimlerim böyle. Almanya yenince biz de biraz sevinmiş sayıldık. Herkese iyi kupalar. Oynanan oyunlar da turlar ilerledikçe güzelleşir diye umuyorum.

Marquinhos

Quaresma Beşiktaş'ta


Beşiktaş yönetimini tebrik ediyorum. Darısı bizim de başımıza. Umarım quaresma'nın hedefi yeniden büyük bir takımda oynamak olur. Asıl o zaman bizlere futbol ziyafeti izletir karizmatik topçu. İyi seyirler.

13 Haziran 2010 Pazar

Dünya Kupası’nda Kötü Futbol Oynama Hakkı

Bu aralar, anlatmakta zorlandığım yeni önermeler peşindeyim. Bunun marjinal olma kaygısı olmadığını anladığınızı umuyorum. Sonuçta bir senelik bir geçmişimiz var. Bunlar sadece futbola kafa patlatmaya çalışan bir insanın iddiasız fikirleri. Konumuz gene Dünya Kupası. Güzel insan olan bazı spor yazarları, Dünya Kupası'nı "Futbolseverin Ramazanı, Futbolun Bayramı" gibi benzetmelerle anlatıyor. Bu güzellemelere katılıyorum. Sonuçta ülke fikrine çok sıcak bakan bir insan değilim, ama Dünya Kupası'nda da takımlar ve devletleri birbirinden ayıran bir tarafım var. Amerika emperyalist, İngiltere eksi sömüre kralı gibi düşünceleri oyunun güzelliğini alıp götürüyor kafamdan. Bence çok klişe olacak ama büyük bir film festivaline benzetiyorum turnuvayı zaman zaman.

Bazı takımlar, iddialı yönetmenler gibi. İngiltere, İspanya, Almanya, Fransa, Brezilya, Arjantin, Hollanda ve İtalya ödül peşinde koşanlar. Bu isimlerden bir tanesi kötü bir film izletirse bize, ona kızma hakkımız var bence. Onların önemli olan katılmaktı deme hakları yok bize, çünkü biz çok acımasız bir jüriyiz. Hepimiz güzel futbol bekleyen vahşileriz. Geri kalan ekipler de 2'ye ayrılıyor sanırım. Portekiz, Fildişi, bu turnuva için Sırbistan ve Uruguay en azından bir çeyrek final gör be arkadaş dediğimiz ekipler. Ama diğerleri, bağımsız sinema sanki. Bize izlettikleri filmleri sevmek, beğenmek yahut izlemek zorunda değiliz. Sonuçta kimse 64 maçın hepsini izlemezsen, seni haraca bağlarız demiyor. Ama bu takımlar için "…..'nın Dünya Kupası'nda yeri yok demek" zekasızlık ve daha kötüsü Dünya Kupası'nı anlayamamaktır.

Bazı takımlar için önemli olan katılmaktır. Bizim ülkemizin zekası ve kültürü gelişmemiş bazı futbol ulemaları çıkıp böyle ahkamlar kesiyor. Çünkü onlar ne futbolu gerçekten seviyor, ne bu oyunu anlayabiliyor. Onlar sadece bildikleri kadarını konuşabiliyor. Güzel bir maçı yorumlamak, tanıdığın futbolcular değerlendirmek 21. yy'da çocuk oyuncağı. Ama 23 kişilik kadrodan 2-3 ismi zor sayabildiği takımları bilmedikleri için sevmiyorlar.


Dünya Kupası güzeldir. Ceyazir, Kuzey Kore ve diğer bağımsız sinemacıların da bu güzellikte payı büyüktür. Unutmamak gerek.

Dünya Kupası 2. Gün

Dün gece geç saatte uykuya dalmaya çalışırken, tek hayalim 3 maçı birden izleyebileceğim boşlukta bir Cumartesi günü yaşamaktı. Ama sabah gelen bir telefonla işler sarpa sardı. Aceleyle evden çıkıldı ve eve geri dönüş 19.30 sularını buldu. Konu aile içi sağlık sorunu olmasa, mümkün değil evden çıkılmazdı ama kısmet işte. Geriye beni teselli etmeye sadece İngiltere – ABD maçı kaldı. Ayaklarımı uzatıp, hem maçı izledim, hem de Twitter'dan gevezelik rekoru kırdım. Maç çok süper olmasa da iki günün en iyisiydi sanırım. Gerçi 5 maçın 3 tanesini izledim. Turnuvada tuttuğum takımlardan bir tanesi İngiltere, diğer zaten Arjantin. O yüzden daha da dikkatle izledim maçı.

2 gün önce bir arkadaşımı Gerrad ve Lampard birlikte olmaz dedim, yanlarına bir 3. lazım dediğimde gülmüştü bana. Zaten kafası kıt bir eleman bence. Arkadaşımda değil ayrıca, öyle diyalog içinde olmak zorunda olduğum birisi. Neyse işte , İngiltere benim beklentilerimin altında kaldı. Gol dışında 3 tane pozisyon var akılda kalan. Lennon, Heskey ve belki Rooney'in zamanlamayı ayarlayamadığı kafa vuruşu. Onun dışındakiler uzaktan atılan şutlar. Bu tutukluğun tek sebebi ise orta sahanın verimsizliği oldu bence. Kanatları kullanamadı İngiltere düzgün bir şekilde. Rooney'e alışık olduğu paslar atılamadı. Eleştirilerin ortasında ise genelde 2 isim vardı. Birisi Green, diğer Heskey.

Bu maçta 1 puan alınmasının bütün suçunu Green'e yüklersek, ayıp ederiz bence. Yediği gol fiyasko ama güzelim İngiltere 1-1'den sonra oyunu kendi tarafına çevirecek hiçbir şey yapamadı. Heskey ise bence hiç iyi bir golcü değil, ama iyi bir takım oyuncusu. İlk golde verdiği pasta bunun göstergesi. Biraz da Capello'ya sallıyım diyorum ama boyumu aşar sanırım. Capello özelinde değinmek istediğim ise şu. Ertuğtul Sağlam, Beşiktaş – Bursaspor 3-2'lik maçta ileriye uzun boylu defans atınca ve bunun sonucunda maçı kazanınca, sosyal medyada sallayanlar olmuştu kendisine. Capello başkan ise Crouch'u oyuna sokarak aynı eleştirileri hakketti, ama kimseden ses yok. Sevgili Capello , Joe Cole'u bir maç daha oynatmazsan, selamı sabahı keserim seninle.

Amerika'yı ise hafife alıp, Sergen olmamak lazım. Değişik bir oyunları yok, futbolun doğrularını en basit şekilde yerine getirmeyi başarıyorlar. Rakibi bozuyorlar, ileride basıyorlar, kısa pasları tercih ediyorlar. Kadro bireysel yetenek açısından biraz daha zengin olsa, çeyrek finale kalırlardı bence. Defans iyi, kaleci iyi, orta sahada birkaç yetenekli ayak, işin rengini değiştirirdi.

Neyse bakalım, yarında sanırım maçların 2 tanesini kaçıracağım. Almanya Avustralya maçına yetişirim sanırım ve umarım. Kewell'ı ve Neill'ı özledim. Bakalım belki Oz Büyücüsü birkaç numarasını da Dünya Kupası'na saklamıştır.

Dünya Kupası ve Beklentiler

Dünya kupası başladı. Başlamasıyla birlikte herkes ufaktan beklentilerini, şampiyon adaylarını dinlendirmeye başladı. Bir çok blog epey bir süre önceden bu konu hakkında yazı dizileri hazırladı. Sürprizleri, favorileri yazdı. Biz de blogta bir şeyler yazdık. Videolar başka türlü ıvır zıvırlar paylaştık. Bunları yaparak biraz da kendimizi gazladık normal olarak. Hepimizin beklentileri vardı bizim olmadığımız kupada.

Peki ne bekliyorduk? Tek cümle "güzel futbol". Ne bulduk ilk iki gün için pek bir şey bulduğumuzu söyleyemem. Güney Afrika, Nijerya'nın iyi niyetli ABD'nin haddini bilerek neler yapılacağını gösterdiği oyunu dışında. Arjantin, İngiltere ve Fransa tam bir hayal kırıklığı. İlk gün hayal kırıklığının üzerine Arjantin ve İngiltere'den daha da fazla şey bekledik halen aradığımızı bulmadık. Bir de üstüne üstlük Ömer Üründül ve işine çalışıp çalışmadığını anlayamadığım spikerler ile daha da çekilmez olacak gibi duruyor. Umutlu muyuz? Bir iki takım daha var onlardan da bir şey çıkmaz ise kendimi bildim bileli seyretiğim en vasat Dünya Kupası'na gidiyoruz galiba. Bu arada 94'ten bu yana Dünya Kupalarını iyi kötü takip ediyorum.(Bunca yıllık hammallım böyle kupa görmedim. Berbat ama aklıma geldi :)

Beklentilerimizi yükseltik, bakalım bu beklentileri karşılayacak ilk takım kim olacak. Hollanda ve Brezilya'dan umudum var. Güzel oyun istiyorum fazlasını değil.

Saygılar.