10 Mayıs 2010 Pazartesi

"Bu Haftalarda Önemli Olan 3 Puan"

Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünde Futbol için, "Topu, kafa veya ayak vuruşları ile karşı kaleye sokma kuralına dayanan ve on birer kişilik iki takım arasında oynanan top oyunu, ayak topu" diye bir tanım yer alıyor. "Oyun" kelimesi için ise iki farklı tanım var konumuzu ilgilendiren.
  1. Yetenek ve zekâ geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan eğlence
  2. Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma
Oyun tarifinin biz seyirciyi ilgilendiren tarafı "iyi vakit geçirmeğe yarayan eğlence" bölümü sanırım. Futbol bizim herhangi bir zihinsel yahut fiziksel parçamızı geliştirmek zorunda değil. Ha futboldan, hayatta işimize yarayacak bir şeyler öğreniriz o ayrı. Ama taraftar olarak işin en güzel kısmı bize ait; "Eğlenmek".

Ülkemizde futbol ile ilgili unutulan en önemli unsur sanırım bu işin bir oyun olduğu. Biz buna sıklıkla bir savaş gibi bakıyoruz. İlla kazanan tarafta olmak istiyoruz. Tuttuğumuz takım kazandığı zaman, futbolcular birer kahraman, teknik direktör general, kaybedince bunların hepsi vatan haini. Peki altı üstü 3 puan için futbolun içine kadar daha edeceğiz?

Bilenler biliyor artık ben bir Galatasaray taraftarıyım. Hayatımda en sıkıldığım Galatasaray, Lucescu'nun Galatasaray'ıdır. Evet oyuncu kalitesi iyi değil belki ama bu sahaya çıkıp defansif ağırlıklı futbol oynamanın bahanesi olmamalı. Güzel oyunun sürekli ikinci hatta üçüncü planda kaldığı o günlerde, gelen başarılara rağmen bir şey eksik kalıyordu. Sanki boza var, ama tarçın yok gibi bir durumdu.

Zaman zaman bunun örnekleri çıkıyor karşımıza. Görsel olarak hiç bir doyuruculuğu olmayan takımlar başarılı sonuçlar kazanıyor ve biz "Kazananı" sevmek zorunda bırakılıyoruz. Çünkü çıkıp da Morinho'nun İnter'inin 20 metrede durduğu futbolu sevmemek, günümüzde 7 büyük günahtan bir tanesi. Kazanmak günümüzde "oyun"un asıl amacı haline geldi.

Ülkemizde ise durum daha da ızdırap verici. 34 lig haftası şöyle geçiyor. Sezon başlıyor, takımlar daha kondisyonsuz, uyumsuz derken güzel futbol beklenmeyen bir 5 6 hafta oluyor. Eyvallah anlarım. Sonra Avrupa maçları falan başlıyor. Çarşamba - Pazar periyodunda, önemli olan kazanmak oluyor. İlk yarının son haftalarında ise, zaten önemli olan devreye önde girmek. Takımlar aradan çıkıyor, artık elleri ovuşturup futbol bekliyorum. Yok ama ne haddime, devre arası yaramaz ki takımlara. Isınmaları için biraz daha zaman var. Mart ortasında ısınan takım, kendisin şampiyonluk yarışında buluyor. Ve bu sakın unutulmasın bir takım eğer şampiyonluk yarışındaysa, ondan güzel futbol beklenmez. Sakın böyle bir hadsizlik yapmayın, futbol tanrısı çarpar valla billa. Derken sezon bitiyor, bize 50 maçta maksimum 5 6 güzel maç kalıyor. Bir de kupa. Hepimizin gözünü kör ediyor o kupaların ışıltısı.

Yanlış anlaşılmasın ben demiyorum ki, güzel oyun pahasına günümüz futbolunun doğrularından uzaklaşılsın. Ama şu unutulmasın ki, güzel kaybetmek diye bir şey vardır. Siz bütün doğruları yaparsınız, ama topun canı istemez gol olmayı. Euro 2008'i hatırlayın. Almanya karşısında Milli Takım'ın oynadığı futbolu hatırlayın. Tamam üzüldük kaybedince belki, ama hangimiz o takım için kötü oynadı ve kaybetti diyebilir?

Farkındayım, tarih ayrıntıları yazmıyor genelde. Ama bir taraftar olarak, bir futbol sever olarak güzel futbol beklemek benim en doğal hakkım. Her zaman güzel oyun peşinde olmak derdindeyim. Ve şimdi anlıyorum bu işleri daha çok bilen bazı abilerin niçin Hollanda takımına "En güzel kaybeden" takım dediklerini.

Maradona

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder