18 Eylül 2009 Cuma

Pana-Galatasaray ve Genel Değerlendirme


Galatasaray medyaya rakip beğendiremiyor. 12 resmi maçta 10 galibiyet, 2 beraberlik. Atılan 38 gol ve yenilen 8 gol. Rotasyon içinde dengeli kullanılan bir kadro , geçen seneki rezil yönetimle uzaktan yakından alakası olmayan bir futbol takımı ve futbol kulübü. Ama herkes inatla her maçtan sonra “Galatasaray’ın rakibi kendisine göre değildi” tarzı söylemlerde bulunuyor. Umarım en yakın zamanda yeniliriz ve öfkelerini doya doya kusarlar bu takıma. İlk maçtan beri sürekli yazıyoruz , eskiklerimizi, geliştirmemiz gereken yönlerimizi. Maalesef hala şeffaf değerlendirme yapabilen , spor yazarı azlığından, ya çok eleştirenler oluyor ya da çok şişirenler takımı. Tabi Mehmet Demirkol, Uğur Meleke ve onlar gibi bir kaç tane yazı yazarken forma giymeyen, ya da giydikleri formanın hakkını veren yazarlarımızı saymıyorum.


Dünkü maç ile ilgili çok kısa bir paragraf yazıp, genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Erken gelen gol ile geriye yaslandık. Ama bu geriye yaslanmış halimiz ile Pana ilk yarıda kalemize gelemedi. Biz ise 2 net gol pozisyonu daha bulduk. 47’de attığımız gol ve 3 golden sonra da tamamen geriye çekildi ve Pana o dakikadan sonra top oynamaya başlayabildi. Tamam 2 golümüz şans ile, ama bu şansı yaratmak bir mesele. Eğer Baros ilk yarıda skoru 3 yapsaydı, kimşe şansı öne sürmeyecekti. Ayrıca o iki gol olmasaydı da Galatasaray çok rahat maçı alırdı, çünkü Pana Galatasaray’ın izin verdiği kadar oynayabildi. Biz işi ciddi tutarken onlar bu ciddiyete cevap veremedi. Ama bu demek değil, biz de süper ötesi oynadık. Sadece kazanmayı bilen ve öğrenen bir takım olduk sonunda. Aşağıda neleri yapıp neleri yapamadığımızı daha açık anlatmaya çalışacağım.

Eğer insanlar Tobol maçı ile Pana maçı arasındaki olumlu farkları, ya da o günlerden bugünlere gösterilen gelişimi görmezden geliyor ise, bu onların eksiklikleri. Takımın ilk maçlarda topu sağdan sola çevirmesi 5 pas sürerken, Elano ve Kewell bunu tek pasta yapabiliyor , diğer oyuncular da bu işi 2 pasa kadar düşürebildiler. Ama sanırım bunları görebilmek için olaylara tarafsız bakabilmek lazım. Ya bardağın dolu tarafını, ya da boş tarafını anlatıyorlar bize, benimse amacım nacizane 2 taraftan da bahsetmek sizlere. Hem bir maç yazısı, hem de 12 maçlık bir karne derlemesi.

Önce Boş Taraf

*Defansın arkasına çok rahat sarkabiliyor takımlar ara paslar ile. Göbekteki 4 oyuncunun da milli takım oyuncusu olması çok matah bir şeymiş gibi bahsediliyor, ama hangi ikili olursa olsun bu duruma çare bulunamadı henüz.

*Defansın göbeğindeki oyuncular topu oyuna sokmada zaman zaman problem yaşıyorlar.

*Aynı şekilde defansımız da duran toplarda zaman zaman adam paylaşımında sorun yaşıyor.

*Ayhan’ın olmadığı maçlarda orta üçlünün 2 oyuncusu , ki genelde Topal ve Sarp oluyor, defansif olarak çok başarılı olsalar da, top dağıtma konusunda ağır ve etkisizler. Onların kendi oyun tarzlarını bu taktiğe uydurmaları için zaman gerek.

*Baros ile geri arkasında oynayan 3 oyuncu arasında zaman zaman uyumsuzluk göze batıyor. Her ne kadar son 2 3 maçta bu durumda bir gelişme gözükse de tam randımanlı işlemeye başladı diyemiyoruz.

Bardağın Dolu Tarafı

*Takım üzerinde çok açık bir şekilde Frank Rijkaard etkisi gözüküyor. İşte buna bazı örnekler. Sabri gibi bir insanı futbola döndürdü. Bütün takımın kondisyonun da gelişme var. Vücut dillerinden ve suratlarından anladığımız kadarı ile takımın genel olarak ruh hali de yerinde. Gerçi bir süredir antremanlara biz sıradan vatandaş izleyici olarak alınmıyoruz ama sezon başı izlediklerim ve izleyenlerden öğrendim kadarı ile dünyalar kadar fark var geçen yılki Florya ile bu seneki Florya arasında.

*Saha içinde özellikle takım hücum yaparken bir ahenk var. Bu biz seyirciye güzel futbol olarak yansıyor.

*Geçen sene takım müdafası çok zayıftı ama şimdi Keita ve Arda takım müdafasına çok yardım ediyorlar. Kewell’ın sağlık sorunundan ötürü edememesi bana normal geliyor, Baros ise enerjisini toplu oyuna saklıyor. Ama gene de müdafa konusunda çok yol almak gerekiyor.

*Duran toplardan gol atılıyor, ki Hagi gitti gideli takımın en büyük sıkıntısı buydu.

*Takım içi dengelere hem maddi hem manevi adalet getirildi. Hem yönetim bir iki oyuncunun alacağında iyileştirme yaptı, hem de Frank Rijkaard formayı adaletli dağıtıyor.

*Rotasyon doğru şekilde yapılıyor. Geçen sene Skibbe sezon başı 10 12 maç kadar aynı kadro ile çıktı neredeyse maçlara ve bu durum zaten iyi antreman yaptırılmamış takımda çöküntüye sebep olmuştu. Ayrıca gene Frank Rijkaard futbolcularından kahramanlık istemiyor. Örnek mi? Servet gripti, ama bıraksalar iğne ile oynamak istiyordu. Frank Rijkaard hem Servet’i riske etmedi, hem de böylece yerine oynamaya aday Emre Güngör’e kendisine ne kadar güvendiğini hissettirdi. Ayrıca söyleyin bana lütfen Skibbe ya da kahrolarak söylüyorum ama Bülent Korkmaz Arda’yı bu kadar rahat yedek bırakabilir miydi?

*Takım geçen yılki felaketin ardından bu sene kazanmayı öğrendi. Bu çok önemli, özgüvenini kaybetmiş takım iyi de oynasa , kötü de oynasa kazanıyor. Kayıpların yaşanmasının doğal sayılabilceği bu zamanların kayıpsız geçmesi, tarafarın takımına güvenmesini ve doğal olarak herkesin kredisinin yükselmesini sağlıyor.

*Son olarak da , bu teknik heyet doğruları üzerine koyarak geliştiriyor her hafta. Aksayan yönlerin farkında olduklarını bize sözle değil, icraatlarıyla hissettiriyorlar. Böylece biz de sorunları görmekten ve söylemekten korkmuyoruz. Çünkü her hafta bu sorunların çözümüne daha da yaklaşıldığını bize hissettiriyorlar.



Maradona

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder